Geçen gün gazetemiz yazarlarından Erkan Yılmaz’la sohbet ediyordum.
Konu, küresel bazlı doğurganlık hızı/göç/göçmenler ve buna bağlı olarak Türkiye ve Avrupa’da ortaya çıkan son tablo idi.
Bir önceki yazımda da bu konuyu işlemiştim.
Erkan, Almanya’daki Birinci Kuşak Türklerden birinin kızıyla evli bir arkadaşının tespitlerini paylaştı.
Şöyle diyormuş:
“1991’de evlendim.
Eşim Almanya’da doğup büyümüş birisi.
O yıllarda sık gidip gelirdim.
Zaten ilk çocuğumun doğumu da Almanya’da gerçekleşti.
2000’lerden sonra iş-güç yoğunluğu/çocukların okula başlaması filan derken; kayınpeder de emekli olup yaz aylarını Türkiye’de geçirmeye başlayınca pek gidemedim.
Geçen sene fırsatım oldu ve bir Fuar’a katılmak için gittim
10 gün kaldım.
Gördüğüm Almanya beni çok şaşırttı.
Sanki 90’lı yıllardaki Almanya gitmiş; yerine, düzensizliğin arttığı/kuralların ihlal edildiği/çok farklı tiplerin cirit attığı ve müesses güven hissinin azaldığı bir Afro-Almanya (Afrika Almanya’sı) gelmiş gibiydi.
Avrupa’nın lokomotifi olan, yaşamsal düzeni ve kuralsal disiplini ile öne çıkan Almanya 20-25 yılda bu hale gelmişse, diğer Avrupa ülkeleri acaba ne haldedir demekten kendimi alamadım!”
Bunu neden anlattım?
Arkadaşlar!
Ülkelerin hayatlarında kırılma noktaları vardır.
Buna neden şeylerden birisi ve hatta en önemlisi ise göç ve göçmenliktir.
Kırılma, sadece göç alan ülkeler için değil, veren ülkeler için de geçerlidir.
Yukarıdaki anekdotu “göç alan ülkeler” boyutuna parmak basmak için paylaştım.
Bir soru sorarak devam edelim;
Acaba 2010 yılında Türkiye’ye, özellikle de İstanbul’a gelmiş birisi 14 yıl sonra bugün yeniden gelmiş olsa; ne görür/neyi fark eder ve ne düşünür?
Yukarıdaki örnekteki kadar şaşırır mı yoksa daha beterini mi düşünür?
Bence daha beterini düşünür,
Çünkü beterin beteri bir haldeyiz!
Biraz Avrupa’dan bahsedip Türkiye konusunun ayrıntılarına yazımın “Sonuç” kısmında gireceğim.
Avrupa Parlamentosu seçimleri yapıldı ve “Aşırı Sağ Partiler” zaferle çıktı.
Peki, “Aşırı Sağcı/Faşist” partilerin yükselişe geçtiği ülkeler hangisi?
Başta Fransa,
Avusturya,
Belçika,
İtalya,
Hollanda…
Avrupa’nın en baba ülkeleri.
Almanya’yı saymadım bile; onların aşırı sağ ve faşizanlık konusunda sicili kabarık zaten.
İtalya’yı ise şuanda aşırı sağ bir lider yönetiyor.
Belçika Başbakanı’nın AB Parlamentosu seçimine dair şu açıklaması tehlikenin hangi boyutlara geldiğini gösteriyor:
“Her seçim önemlidir ve her seçimde insanlar bunun şimdiye kadarki en önemli seçim olduğunu söyleyecektir.
Ama bence gerçekten de Avrupa'da ve Belçika dahil bütün ülkelerde bir dönüm noktasındayız”
Ve bunu diyen adam sonuçları görünce Başbakanlık’tan istifa etti.
Fransa devlet başkanı Macron seçim kararı aldı.
Neden?
“Aşırı Sağ ve Aşırıcı Sol Partiler” seçimi kazandığı için!
Peki, soralım o halde:
Avrupa bu hale nasıl geldi?
Afrika/Ortadoğu/Asya ve Güney Asya’da zaten kötü olan yaşam koşulları daha da kötüleşmesiyle ortaya çıkan göç dalgası nedeniyle…
Akdeniz’e kıyıdaş ülkelere ölümcül koşullarda akın akın kontrolsüz göç engellenemiyor ve kaçak göçmen gelmeye devam ediyor.
Böylesi bir tablo neyi doğurur?
—Doğurganlık hızı zaten düşük olan Avrupa ülkelerinde sığınmacı karşıtlığını,
—Göç durmadıkça ve göçmen akını arttıkça sığınmacılar üzerinden oluşan karşıtlığın topyekün yabancı karşıtlığına dönüşmesini,
—Ve en acısı da, İslamofobi’ye (İslam karşıtlığı), hatta İslam düşmanlığının artışını...
(Ne yazık ki bunu yer yer/zaman zaman ve artan şekilde zaten görüyoruz!)
Bu neyi getiriyor?
Yabancı düşmanlığına bağlı ideolojik düzlemde uçuk milliyetçiliği ve faşizmin yükselişini.
En kötüsü de bu yaklaşımın toplumda karşılık bularak siyaseten güçlenmesidir..
Son tahlilde, aklıselim Avrupalı siyasetçiler/devlet adamları “ Milliyetçiliğin yükselişi ülkemiz ve Avrupa için büyük bir tehlikedir” deseler de; “Aşırı sağcılığın ve Faşizmin Yükselişi” şeklinde tezahür eden radikalizm bir türlü engellenemiyor.
Buna bir de, son 10-15 yıldır Avrupa’nın yaşadığı “Devlet Adamı Kıtlığı”nı da eklersek; gidişatın vahameti aşikar ve duruma ilişkin iyimser olabilmek çok zor!
Sonuç:
Avrupa’yı anlattım ama sakın sevinmeyin!
Daha beter haldeyiz!
Her ne kadar şerbetli olsak da; önümüzdeki 5-10 yıl içinde, ülkemize gelmiş olan 10-15 milyon sığınmacının/göçmenin ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel ve en önemlisi güvenliğe dair etkilerini sadece sığınmacı yoğun şehirlerimizde değil; tüm ülkede acı bir şekilde yaşayarak göreceğiz!
Gelecek olanları da eklersek; emin olun, dayanmak mümkün olmayacak,
Bizde de sığınmacı/mülteci karşıtlığı görülecektir!
Buna bir de içinden geçmekte olduğumuz ekonomik krizin halkın kahir ekseriyetine yaşattığı yoksulluğun kızgınlığını eklersek;
Normal şartlarda kontrol edilebilen yabancı karşıtlığı, yaşanan sorunların ana sebebi olarak düşünülecek ve korkarım ki yer yer eyleme dökülecektir!
Bir düşünsenize;
Kilis diye bir ilimiz var ve nüfusu 200 bin.
Sığınmacı ne kadar?
En az 200 bin…
Yarın oy kullansalar belediye başkanlığını bile kazanırlar.
Bunun Türkçesi nedir?
Misafir ev sahibini kovar!
Kimse kızmasın ama maalesef göç/sığınmacı/mülteci/kaçak göçmen konusunda iktidar sınıfta kalmıştır!
Ve hala da, tehlikenin farkında değilmişçesine umursamaz yaklaşımını sürdürmektedir.
Arkadaşlar!
Sakın ha beni yanlış anlayıp da yabancı düşmanlığı yaptığımı /faşistik eğilim içinde olduğumu ve acımasızca davrandığımı düşünmeyin.
Öyle değilim ve tabloyu gayrı insani bir gözle de değerlendirmiyorum!
Ama var olan realiteyi de gözden kaçıracak birisi değilim.
Kim ne derse desin,
Kim, “biz bir şefkat ve merhamet dininin müntesipleriyiz, kapımızı kimseye kapatamayız” gibi maneviyat söylemleriyle izah etmeye çalışırsa çalışsın;
Beyhudedir,
Kandırmacadır!
Bu büyük bir sorundur ve hatta bilindik terör tehlikesinden daha kronik/daha öngörülmez bir sorundur!
Allahaşkına bir bakın;
Türk vatandaşlarının doğurganlık hızı yüzde 1,51,
Ülkemizdeki sığınmacıların ise yüzde 4-5 civarı…
Sayın Cumhurbaşkanımız geçenlerde bu konuya dikkat çekti ve bu doğurganlık hızındaki azalmanın tehlikesine parmak bastı.
Yerinde ve isabetli bir uyarıydı.
Ama bunun bir de diğer ayağı yok mu! Mültecilerdeki/sığınmacılardaki doğurganlık hızının yüksekliğinin!
Peki, bunu neden dikkate almıyoruz,
Neden bu konuya parmak basmıyoruz,
Niçin, bunun bir nevi gizli istila olduğunu ve baş edilmesi gereken soruna dönüştüğünü,
Acilen buna bir çare bulmamız gerektiğini söylemiyoruz,
Ve hiçbir önlem almayıp “saldım çayıra, Mevlam kayıra” diye yan gelip yatıyoruz!
Defalarca yazdım,
Yazmaktan bıktım,
Dilimde tüy bitti ama tınlayan bile olmadı ve hala da yok!
Ne yapayım! “Allah Türkiye’yi Korusun!” diyeyim bari…
Nasılsa işimiz Allah’a kaldı!
Not:
Başta siz okurlarım olmak üzere,
Tüm dostların/Herkesin/hepimizin/bütün Ümmet-i Muhammed’in mübarek Kurban Bayramını tebrik ediyor; İslam alemine ve tüm insanlığa barış/huzur ve güzellikler getirmesini diliyorum…
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.