Taşın altına elini sokabilen var mı? Evet, 'Biz' varız..!

Sonra pencereden başlamış seyretmeye:
"Bakalım gelenler ne yapacaklar" diye….

Vezir gelip taşı görüyor…
Aklına, taşı yoldan kaldırmanın sadaka olduğu bile gelmiyor.
Taşın etrafını dolaşıyor ve diyor ki;
"Sultanımla konuşayım… Yolun ortasından "taşı kaldırması" için bir adam bulalım, bir kadro ihdas edelim…”

Vezir gidiyor asker geliyor.
Asker de taşın etrafında dolaşıyor.
Aklına gelmiyor taşı kaldırmak…
"Vezirle konuşayım ve yolun ortasına taş bırakanlara hangi cezayı vereceğimizi kararlaştıralım," diyor.
Sadece cezadan anlıyor o da…
Hüneri bu; elinde kılıcı var.
Çekti mi tamam…

Kimler gelip geçmiyor ki oradan…
Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geliyor.
Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya giriyor.
Taşı yoldan kaldırmak şöyle dursun, pek çoğu Sultanı yüksek sesle eleştiriyor.
– "Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyor…” diye.

Sonra menfaatperest geliyor.
Yani Saray dalkavuğu,
Saray maskarası…

Bu arada sarayda dalkavuğun ne işi var demeyin.
Padişahlar öyle akıllı adamlar ki; sarayda dalkavuk tutarlar.
Bir başkası dalkavukluk edecek olurlarsa;
“Orada dur, Senin işin değil. Kadrolu dalkavuk var” derler.
Adamın işi bu; Maskaralık etmek.
Hatta bunlardan şiir yazanlar bile var.
Oradan buradan alıntıladıkları sözlerle saray şairi filanmış gibi caka satarlar.

İşte bu dalkavuk da geliyor, taşın başına.
Taşa dokunmadığı gibi taşın etrafında taklalar atıyor.

Böyledir biliyor musunuz; dalkavuklar, menfaatperestler, iki yüzlüler…
Sürekli sorunların etrafında taklalar atarlar.
Asla düzeltmezler,
Düzelmesi için de hiçbir şey  yapmazlar
Bilakis sorunları çoğaltanı överler.
Onlara da "efendimiz" gözüyle bakarlar…

Dalkavuk oturuyor, sonra…
Başlıyor yolun ortasına bırakılmış taşa şiir yazmaya…
“Sultanımıza okuyayım” diyerek…

Sonunda bir köylü vatandaşımız yolda görünmüş, saraya sebze ve meyve getiriyormuş.
Öğrenmiş tabi; yoldaki taşı kaldırmanın sadaka olduğunu…
Taşa tebessüm ediyor ve; “kaldırayım yolun ortasından da, kimsenin ayağına hayvanına arabasına takılmasın.”

Sırtındaki küfeyi yere indirip iki eli ile taşa sarılıyor; sağa sola, sağa sola, kan ter içinde taşı yolun kenarına çekmiş.
Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereymiş ki;
Taşı kaldırdığı yerde bir kesenin durduğunu görmüş.
Açmış ki bir de ne görsün; kese altın doluymuş.
Bir de Sultanın notu varmış içinde;
"Bu kesedeki altınlar taşın altına elini sokmayı bilenler içindir"

Fıkra böyle…
Güzel mi güzel…
Bazı şeyleri özetliyor mu; evet…
Dilden dile, elden ele dolaşıyor; sosyal medyada…
Belki siz de dinlemişsinizdir…
Ama fıkra böyleyse; gidişat da böyle olmak zorunda mı…
Hayır efendim, hayır…
Teslimiyetçiliğe karşıyım…
Allah akıl vermiş, fikir vermiş, irade vermiş, imkan vermiş…
Sultansa; yetki vermiş, inisiyatif vermiş, koltuk vermiş ve sorumluluk alıp taşın kaldırılmasını bekliyor.
Sultan daha ne yapsın…
Ehli vicdan olan söylesin; Sultan gelip kendisi mi kaldırsın, taşı yoldan…
Ben diyorum ki;
Fıkra böyle diye, böyle olacak değil ve olması da gerekmez.
Gelin bunu tersine çevirelim.
Sultanı şaşırtalım.
Biz bunu yapabilir, başarabilir ve fıkrayı boşa çıkartabiliriz…
Sevgili Vezir; taşın kaldırılması için kadro ihdas etmeyelim,
Sayın Komutan; vezirle cezayı konuşmayalım,
Ey Sultanın gölgesinde yiyip-içip büyüyen çok kıymetli tüccarlar, kervancılar, işadamları;
Taşa laf etmeyelim, Sultan’ı eleştirmeyelim; bu sokak da, taşın engellediği yol da, bu ülke de bizim.
Madrabaz ve menfaatperest dalkavuğa fırsat vermeyelim.
Taşı kaldıralım, taşı…
Elimizi değil sadece; kolumuzu, gövdemizi sokalım…
Ben bir vatandaş olarak buna hazırım.
Tıpkı o köylü gibi tüm vatandaşlar da hazır.
Gelin el birliği yapalım, güç birliği yapalım, sorumluluk ve inisiyatif alalım ve ülkemizin yaşadığı ve tarihin örneğine pek de şahit olmadığı, şu süreci atlatalım.

Taltif beklemeden, taşın altındaki altınları görmeden, ne ve niçin demeden;
Yolu kapatan taşı kaldıralım, sadece…
Ve ülkemizin yoluna döşenen manileri, engelleri, bariyerleri kaldıralım.
O ona, bu buna buyurmasın,
Sen benden bekleme,
Ben senden beklemeyeyim.
Sorun hepimizin, engel hepimize, mani herkesedir.
Hepimiz o “köylüyüz” diyelim.
Hepimiz "taşa" yüklenelim.
Taşı kaldıran olalım; taş koyan değil,
Yükü hafifleten olalım; yükleyen değil,
Bu zor günlerde destek veren olalım; köstek olan değil.
Sultan kötü, icraat kötü, yönetim kötü demeyelim; omuz verelim omuz.
Bu ülke bizim,
Bu devlet bizim.
Bu ekonomi bizim.
Az söz, çok iş yapalım; şu yokuşu kolay kılalım.
Aştıralım krizi; sonra yine dönün kendinize…
Ama zaman, taşı kaldırma zamanı…
Zaman, karınca misali ateşe su taşıma zamanı…
Zaman, devletin yanında durma zamanı…
Lütfen ve lütfen;
Taşı kaldırmayı "köylüye" bırakmayalım…

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.

OGÜNhaber