Sokağa çıkma yasağı sonrası yaşananları hepimiz gördük.
Yeniden anlatmaya hacet yok.
Üzücü, kaygı verici ve dramatik idi.
Suçlu arama, hesap sorma ve dün üzerinden siyaset yapma zamanı değil.
Zaman, dünden ders alma vaktidir.
Nelerin, neye mal olacağını öngörme vaktidir.
Son yazılarımın hemen hepsinde özellikle söylediğim gibi; "virüs" kendini aştı ve topyekün tahribat yaşatan bir gidişat içermeye başladı.
Hal böyleyken; devletin ve bizlerin yapması gerekenler var.Devlet ve dolayısıyla iktidar milletin psikolojisini, cebini, tenceresini, işini-gücünü yani aşını ekmeğini büyük bir hassasiyetle yeniden düşünmelidir.
Virüsle birlikte gelişen olaylar ve değişen dengeler konusunda ülke istiklal ve istikbaline dair revize planlar, projeksiyonlar, yeni paradigmalar, öngörüler ve stratejiler geliştirmelidir.
Bunun için de partisel siyaseti aşan bir refleksle, yani siyaset üstü bir yaklaşımla iktidarı değil devleti önceleyen bir tarz, tavır ve bakış açısı içinde olmak tek çaredir.
Olması hayatiyet içeren bu yaklaşım iktidar için de, muhalefet için de, kamu kurumları ve özel sektör için de, senin-benim-onun için de geçerlidir.
Millet olarak sağduyulu, soğukkanlı ve olabildiğince panikten uzak davranmalıyız.
Alınan karar ve istenen önlemler karşısında kargaşa ve kaosa meydan vermemeliyiz.
Dün akşam toplumsal refleksimiz maalesef endişe verici şekilde ortaya çıktı.
İki gün değil de sanki iki hafta sokağa çıkma yasağı varmışçasına fırınlar önünde kuyruklar oluşturduk.
Bunun, kendimize de yakınlarımıza da zarar vereceğini bile, akıl etmezcesine davrandık.
Önümüzdeki günler daha zorlu olabilir.
Kendimize ,inancımıza, milliyetimize, coğrafyamıza, tarihimize ve millet algımıza yaraşır şekilde davranmak ve soğukkanlılığımızı korumak tak çaremizdir ve bize yakışandır.
Hanımlar/Beyler,Bu coğrafya ne sıkıntılar ne felaketler ne savaşlar gördü,
Büyük badireler atlattı.
Öldü denildiği anda, Anka kuşu gibi kendini külünden yeniden var etti.
En zor ve ümitsiz anlarda bile inancı, imanı, dayanışması, itikadı ve birlik ruhuyla yeniden ayaklandı.
Çünkü millet olarak sebepleri ifa ettikten sonra "kaza ve kadere" tevekkül ve teslimiyeti biliriz.
"Hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine" iman ederiz.
Belanın def’i için mücadele ederek fiili duamızı, Rabbimize olan inancımız ve yardımına olan itikadımızla kavli duamızı yaparız.
Evet yaşanan olayların insani veya doğal nedenleri elbette vardır.
Virüsle ortaya çıkan tıbbi sıkıntı yadsınamaz bir gerçektir.
Ama bilelim ki; büyük bir sınavdan geçiyoruz.
Sabır, tevekkül ve inanç bu tür zamanlarda, en gereklidir.
Ama bunun yanında tedbir ve önlemlere de daha bir hassasiyetle riayet etmek zorundayız.
An itibariyle iktidar-muhalefet ayrımını bir kenara koyup "devlet" olgusunu öne çıkartmaktan başka bir yolumuz yoktur.
Ne kadar zor şartlarda ve bozuk psikolojide olsak da; "devlet"in yıpranmaması önceliğimiz olmalı ve buna azami itina göstermeliyiz.
Zaman sağ-sol, A Partisi-B Partisi, liberal-sosyalist deme ve ayrışma zamanı değildir.
Zaman "devleti" merkeze koymak; yıpratacak tavırlardan, fevri hareketlerden ve taşkınlıklardan uzak durmak zamanıdır.
Bu arada dünkü yaşananlarla ilgili pek çok dostumla fikir alışverişinde bulundum.İstişareler yaptım.
Maalesef idari tasarruf da, haklı gerekçelerle olsa bile millet olarak bizim tavrımız da, tasvip edilesi değildi.
Ama olan oldu, yaşanan yaşandı.
Emsali ve hafızası olmayan bu krizi yönetirken hata olmaması mümkün değildir. Kaldı ki, Sağlık Bakanlığı bugüne dek iyi de getirdi.
Bu tür yol kazalarına da hoşgörülü ve hazırlıklı olmak zorundayız.
Biliyorum ki; Sayın Cumhurbaşkanımız da virüs günlerinin kaygısını çekiyor ve büyük bir ciddiyetle takip ediyor.
Ve yine biliyor, inanıyorum ki; devletimiz vatandaşlarını asla mağdur etmeyecektir. Yeter ki; inancımızı ve metanetimizi kaybetmeyelim.
Negatif etkilerini minimize etmek ve virüsün yayılma riskini azaltmak için devletin cebri ve zorunlu adımını beklemek gerekmez.
Mesela; fırın, eczane, gıda, sağlık vb. gibi üretim ve tüketimi mutlak gerekli olan kalemler dışında çalışmaya devam eden işletmeler hiç olmazsa bir hafta faaliyetini durdurabilir.
Böylelikle de; bu işverenler hem kendilerinin, hem de çalışanları ve çalışan yakınlarının virüse maruz kalmasını minimize etmiş olacaklardır.
Bir "Seferberlik" halindeyiz.
Hem de henüz, "tanımlanamamış bir düşman"a karşı.
Hal böyleyken fedakarlık, özveri ve devlet organlarına yardım ve katkı esas olmalıdır.
Kaldı ki; devletimiz, özel sektörün bu teklif ve katkısına gerek yok dese bile, bu öneri felaket karşısında milli birlik ve beraberliğimizin izharı ve topyekün mücadele yaklaşımına katkı bağlamında manen ve moralmen sinerji oluşturacaktır.
Şer odakları ve provokasyonlara dikkat…
Bu arada; böylesi genel ve umumi bir belayı provoke etmek isteyenler olabilir. Ki, dün bile bunun işaretleri görüldü.
Aman dikkat…
Aman ha fırsat vermeyelim, gaza gelmeyelim, birilerinin ekmeğine yağ sürmeyelim.
İçeri ve dışarı kaynaklı şer odaklarının psikolojimize oynamasına, sinir uçlarımıza dokunmasına ve ayarlarımızı bozmasına meydan vermeyelim.
Yoksa kendi elimizle kendi geleceğimizi yakarız.
Öyle bir kavşakta ve kıldan ince kılıçtan keskin süreçteyiz ki; hassasiyeti çok büyük ve olası riski kabul edilemeyecek kadar tehlikeli sonuçlara sebebiyet verebilir.
Son olarak;
Sabırlı ve soğukkanlı olmalıyız.
İstiklal ve istikbalimizi riske etmemeliyiz.
Dosta düşmana Türk Milleti ve Anadolu’nun felaketler karşısında metanet ve birlik ruhunu göstermeliyiz.
Dağılmamalı, karışmamalı, bozulmamalı ve asla ümitsizliğe düşmemeliyiz.
Bu günler de geçecektir.
İnançla, imanla ve azimle gerekeni yapmalı; sabır ve tevekülle önümüze bakmalıyız.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.