En baba devletler; ABD, Rusya, Çin, Almanya, Fransa, İngiltere…
Toprak bütünlüğü diye diye akbaba gibi çöktüler; Suriye'yi parçalama ve bölmeye.
Diplomatik hikayeden ibaretmiş; toprak bütünlüğü teraneleri.
Bir önceki yazımda yazdım; "Ortadoğu'ya hakimiyet Suriye'den geçer"mealindeki sözü…
Niyetler en baştan belli idi.
Büyüklerin planı tıkır tıkır işledi/işliyor.
Birileri taaa 1990'larda planladı, bu projeyi.
Arap Baharının sözel cazibesiyle karakış getirildi, Arap sokaklarına.
Bu bahar görünümlü kışla, çevre temizliği yaptılar.
Adım adım engeller aşılıyor idi.
Hedef merkezi 'Büyük İsrail'in tesisiydi.
Bu yolda Suriye coğrafi strateji açısından önemli bir nirengi noktası idi.
Geldi geldi ve 2011'de yumurta Suriye'ye dayandı.
900 km sınırımız olan bu ülkede yaşanacak bir karışıklığın bizi etkilememesi mümkün değildi.
Bu noktada Suriye kadar dikkatli, hassas, akıllı ve akılcı olması gereken ülke Türkiye idi.
Ama Beşar Esad'ın inadı, basiret ve feraset yoksunluğu Suriye'yi iç savaşa sürükledi.
Ama ne yazık ki; biz de, ilk düğmeyi yanlış ilikledik.
Oynanan oyunun ihata ve içeriğini göremedik.
Obama'nın ABD'siyle başladı tuzağa çekilme ve oyalanmamız; son birkaç yıldır da Putin Rusya'sıyla devam ediyor.
Defalarca yazdım,
Akıl ve akılcılık, ince diplomasi ve oynanan küresel oyunun çerçevesine dikkat dedim.
Suriye iç savaşı küresel oyunun bir hakimiyet destinasyonu diye sürekli uyardım.
Ama maalesef ilk düğme yanlış iliklenince gerisi de geldi ve bugünlere geldik.
Acı gerçeklikle yüzleşme vakti geçiyor.
Bu arada yapılan doğru iş ve kararları da görmezden geliyor değilim.
Ama sorunun bütününe ve bugününe bakınca doğruların etkisinin de bir kıymeti harbiyesinin olmadığı aşikar.
An itibariyle kârlı çıkan kim..?
Rusya, ABD, İran…
Zarar görenler ise;
İsminden başka bir şeyi kalmayan Suriye, Türkiye ve Arap sokakları…
Rusya için Esad'ın filan bir önemi yok.
Ve Suriye topraklarında, Rusya'nın ileriki planlarında Esad diye bir figür de yok.
Hatta bugünkü Suriye devleti bile yok.
Varsa yoksa Akdeniz bağlantısı ve bunun için de Suriye topraklarında bulunması gereğinin olmazsa olmazlığı.
ABD elde edeceğini etti.
Onlar için PYD/YPG'nin bir önemi yok.
Yarın YPG gider SPG gelir,
PKK gider RKK gelir.
Ama şuanda kullanışlı aparatları bunlar.
Ve ABD-Rusya ikilisinin asla dokunmadığı ve menfaatlerini maksimize etmek için birlikte hareket ettikleri tek müşterek, İsrail.
Bölgenin ateşe boğulması, insanlık dramı yaşanması, sivillerin ölmesi ve göç etmesinin onlar için hiçbir önemi yok.
Bilakis, yaşananlar hedeflerine varış için gereken pratikler…
Çünkü amaçları sadece Suriye'yi bölmek-parçalamak-yok etmek değil; aynı zamanda Suriye'yi "Suriyelisiz"leştirmek ve böylece bu coğrafyayı İsrail'in kullanımına hazır hale getirmektir.
Kimse sığınmacılara karşı husumet beslediğimi düşünmesin.
Ama Suriyelileri ülkemizde barındırmak Suriye topraklarına ve Suriyelilere kötülüktür.
Suriye coğrafyasını başkalarına sunmaya zemin hazırlamaktır.
Ve aynı zamanda Anadolu'da demografik değişim ve toplumsal yapıyı kül etmek için kurulan ateşe odun taşımaktır.
Türkiye ne yapmalı/yapmamalı…
Türkiye Suriye'de askeri tornistan yapamaz.
Ama ivedilikle yapması gerekenler var.
Öncelikle büyük oyun ve tuzağı artık görmeli; yeni bir Suriye yaklaşım ve projeksiyonu oluşturacak revizyona gitmelidir.
Bu çerçevede Rusya'nın etki ve etkinliğini azaltıcı adımlar atmalıdır.
Bu bağlamda ABD ve AB'yi dengeleyici role getirmek için sığınmacılar da dahil her türlü kozu kullanarak yanına çekmelidir.
Söz hakkı yok denecek durumda bile olsa, an itibariyle Esad'la diyaloğun olumlu getirisi olacaksa; onu da yapmaktan imtina etmemelidir.
İsrail'le bir şekilde iletişim kurulmalıdır.
Rusya'ya ve hava sahasını kapatması ve Suriye'deki bombalamalara karşı Montrö sözleşmesinden doğan ve bugüne kadar pek kullanılmamış hakları sahaya sürmelidir.
Montrö'nün 20. Maddesi; "Savaş zamanında ……………….; savaş gemilerinin geçişi konusunda Türk Hükümeti tümüyle dilediği gibi davranabilecektir."
21. Madde ise; "Türkiye kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karsısında sayarsa, Türkiye'nin, işbu Sözleşmenin 20. maddesi hükümlerini uygulamağa hakkı olacaktır."
İdlib'deki örgütler konusunda uluslararası kamuoyu ve BM nazarında gerekeni yaptığına dair ciddi adımlar atılmalıdır.
ÖSO (Suriye Milli Ordusu) konusunda çelişik ve tutarsızlık düşündürtecek söz ve söylemlere dikkat edilmelidir.
Mesela; Rusya Libya'da Wagner (paralı-sözleşmeli askerler) var.
Ama asla böylesi bir varlığından bahsetmiyor ve hatta sahip bile çıkmıyor.
Konu hassas ve mutlak dikkat gerektiren bir durum.
Peki Türkiye istese/isterse Suriye'nin toprak bütünlüğünün devamını sağlayabilir mi veya sağlanmasını organize edebilir mi.?
Hayır; bu artık mümkün değil.
Gerçekçi olmak lazım.
Bugünden geriye bakarsak; iç savaşın başlangıcında bile mümkün değilmiş.
Galiba biz temenni, istek ve tahayyülemizi gerçeğin önüne koyduk.
İnsani, vicdani, insafi açıdan Türkiye'nin yaklaşım ve temennisi doğru mu idi.?
Evet, kesinlikle doğru idi.
Ama bunu sağlamak bizim gücümüzü aşan bir durum.
Ve biz, şimdilerde bu acı gerçekle yüzleştik/yüzleşiyoruz.
Hal böyleyken artık şapkayı önümüze koyup düşünmek ve "büyük resme" bakarak diplomatik revizyona gitmek zorundayız.
Diplomasi ve uluslararası ilişkilerde, hele de savaş diplomasisi cari iken; "inat da bir murattır" yaklaşımı sadece kaybettirir.
Yüzleşmek, revize etmek ve radikal kararlar almak için o an, bu andır.
İnat boyutlu gecikme, sadece Suriye'nin parçalanmasına değil ülkemizin de telafisi mümkün olmayan zararlara düçar olmasına sebebiyet verecektir.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.