Merhaba Sevgili Ogün okurları, bu hafta sizlere Bir Portre'de içinde bulunduğumuz, peygamberimizin bin aydan daha hayırlı dediği kadir gecesinin de içinde olduğu mübarek ramazan ayı ile oruca dair kendi zihnimde oluşan düşünceleri paylaşacağım…
Oruç tutmak kendini tutmaktır, insan kendini tutamadığı zaman, kendini yitiriyor, kaybediyor, böylece kendine yazık ediyor, kendinden geçiyor ve felâketlere düşüyor. İnsan kendisiyle barışık olmalıdır. Kendisiyle barışık olmayanın derdi, yine kendisiyledir. Allah insanlara haksızlık etmez; insanlar kendi kendilerine haksızlık ederler.
İnsan hayatı boyunca yüzleştiği olumsuz şartlar karşısında pes etmemeli, kendini kaybetmemelidir. Kendini kaybeden hangi hayrı, hangi sevabı kazanır? Bu soruya ancak 'hiçbirini' şeklinde cevap verilebilir. Kazanmak, biraz da insanın kendinde olması ile ilişkilidir. İşte oruç, insanın iyiyi, güzeli ve yararlı olanı kazanmasında etkili olan ibadet türlerinden sadece birisidir. Onun için Türkçe'mizde ''oruç tutmak'' tabiri kullanılır
Oruç, bir ibadet disiplininin adı olarak, insanı kötü, sevimsiz işler yapmaktan alıkoyan, insanın hayatını düzenleyen, derleyen, dağınıklıkları yok eden bir özelliğe sahiptir. Bunu Hz. Peygamber, telaffuz bakımından kısa, ama anlam bakımından çok derin ve geniş bir ifade biçimiyle: ''Oruç, kalkandır'' şeklinde tanımlamışlardır. İşte oruç da mecazî anlamda, belirli saatlerde insanı yeme-içme ve nefsanî arzulardan uzaklaştırdığı için kalkanın fonksiyonuna benzetilmiştir. Nasıl ki bir savaş aleti olan ok'un, bir kimseye isabet etmesine kalkan engel olursa, günahların meydana gelmesine de oruç engel olduğundan dolayı, kötülüklere zemin hazırlayacak istekleri frenler.
Müslümanlar, Allah'ın emrine uyarak bir ay boyunca Ramazan Ayı'nda oruç tutarlar. Dolayısıyla biz oruç tutarız. Bu söz bir yere kadar doğrudur. Asıl doğru olan, biz oruç ibadetini, oruç bizi tutsun diye yerine getiririz.
Türkçe'mizde, "kendini tutma" ifadesi birçok anlamlar çağrıştırır. Kendini tutma, belli bir irade eğitimi sonucunda gerçekleştirilen bir davranıştır. Çünkü, insanın olaylar karşısında kendini tutması, kontrol etmesi çok zor bir olaydır. Hayatında insanın başına ne geliyorsa, kendini tutamadığı/kontrol edemediği, dahası sabır ve metanet gösteremediği için geliyor.
Günahlar, insanın hep kendini tutamayışının bir sonucu değil midir?
Trafik kazaları, insanın kendilerini birkaç saniye tutamayışının bir sonucu değil midir?
Her katilin adam öldürmesi, kendini tutamadığı için değil midir?
İnsan, dilini tutamadığı için karşısındaki kimselerin gönüllerini kırıp dökmüyor mu?
El organını tutamadığı zaman vurup kırmıyor mu?
İnsan kendini tutamadığı zaman, kendini yitiriyor, kaybediyor, böylece kendine yazık ediyor, kendinden geçiyor ve felâketlere düşüyor.
İşte bir ay boyunca 'oruç tutan' bir Müslüman, irade eğitiminden geçiyor ve kendisini olaylar karşısında bırakmaması gerektiğini öğreniyor. Oruç, sadece mideye değil, bütün organlara ve zihne de tutturulmuş oluyor.
Bundan dolayı oruç, kişiyi kötülük işlemekten alıkoysun, insan kendisini tutsun diye Hz. Peygamber: ''Size birisi kavga etmek için sataşırsa, ben oruçluyum desin'' buyuruyor.
Kendisini tuttuğumuzu sandığımız oruç, aslında bize kendimizi tutmayı öğretiyor. Yeme-içme, öfke ve şehvet güdümüzü denetim altına almamızı sağlıyor. Eğer insanın aklı, öfke ve şehvet güdülerine egemen olursa, o kimseden erdemli davranışlar; eğer öfke ve şehvet güdüleri akla egemen olursa, o kimseden sevimsiz davranışlar meydana gelir. İşte bütün bu noktalarda da oruç insanı eğitiyor, cemiyet için faydalı ve kendisinden korkulmayan, emin bir insan karşımıza çıkıyor. Büyük İslâm düşünürü İmam-ı Rabbani'nin şu sözü buna işaret etmektedir: ''Bir kimsenin ramazan ayı düzgün geçerse, senenin diğer kalan ayları da düzgün geçer.” Toplumsal hayatta, asayişi bozan ya da yüz kızartan suçların bile yok denecek düzeyde azaldığı ay, gerçekten oruç ayıdır. Orucun, insanda iyiliklerin, güzelliklerin, merhamet ve şefkat eğitiminin verilmesinde çok önemli bir vasıta olduğu hepimizin malumudur.
.
Demek ki insan oruç tutar, oruç da insanı tutar. İnsanın nefsini ıslah etmekle onun ruhunu incelterek, iyiliklerin ve güzelliklerin paylaşılmasına motive eder.
Örneğin, yoksul ve kimsesizlere yemek yedirmek, giydirmek, felakete uğramış olan kimselerin biraz olsun acılarını dindirmek, sıkıntılarını hafifletmek için maddi-manevi yardımlarıyla katkıda bulunmak, herhangi bir yerde toplumun menfaatine yapılacak yararlı bir iş varsa, hemen oraya koşmak gibi. Bütün bu güzellikler, orucun gönüllerde estirdiği değişim rüzgarlarının bir sonucudur.
Oruç da namaz gibi bedenî bir ibadettir. Oruç bir ay müddetle bütün iç organlarımızı özellikle midemizi ve karaciğerimizi dinlendirir. Bedenin hareketini düzenler. Bedene güzellik ve zindelik verir. İnsanlarda ulvî duygular uyandırır.
Allah’a bağlılığını artırır. Bu sebeple Hz. Peygamberin: ''Oruç tutun, sıhhat bulun” buyurmalarının temel esprisi budur.
Oruç, duygu eğitiminin önemli boyutları olan, sevgi, estetik, iyi ahlâk ve şefkat duygularını geliştirir. İnsanlar arasında sosyal bağların güçlenmesine vesile olur.
Oruç, insanlarda bencilliği giderir; paylaşmanın bir erdem olduğunu hatırlatır. İnsanı sosyalleştirir; insana, yoksulları koruyacak bir sorumluluk duygusu ve alışkanlığı kazandırır.
Oruç, mülkün ve her şeyin temeli olan adaletten uzaklaşmamak gerektiği eğitimini verir. Sahip olduğumuz nimetlerin değerini anlamamıza yardımcı olur.
Oruç tutmakla, açlık ve susuzluğun ne anlama geldiğini bizzat yaşayarak, başımıza gelebilecek savaş hâli, yoksulluk, deprem gibi nice mahrumiyetler karşısında nasıl sabır gösterilerek direnilebileceğini öğretir. Bu açıdan oruç, en güzel bir eğiticidir.
Oruç, çağımızın modern bir hastalığı olan yalnızlık psikolojisine son vermenin adıdır. Ramazan ayı otokritik ayıdır aslında; nefis muhasebesi yaparız, sabrımızı test ederiz, bu ayın manevi havası adeta mental olarak aklımıza ruhumuza da hakim olur ve o ruh haline uygun hareket etmeye çalışırız. İşte bu tavır, hal ve refleks değişimi bile bu ayın en önemli fazileti ve erdemidir. Bu ay, sosyal, fizyolojik ve ruhsal olarak yenilenme ve bir nevi arınma ayıdır…
Bu ay içinde insan fizyolojik olarak "empati" yi çok daha iyi yapabiliyor, çünkü aç kalmadan bilemiyor, insan bir başka aç insanın açlığının acısını…
Aç kalınca en doğal refleksle biliyoruz aç kalanın halini ve bu bağlamda da bu ramazan günlerinde özellikle ülkemiz insanlarının ve diğer Müslümanların Afrikada'ki açlıkla imtihan olan kişilere yardım adımlarının hızlanmasının sırrı da orucun bu hikmetidir…
Ramazan ayında insanın kendi bünyesinin de bir nevi bakıma alındığı ve fiziki olarak da bir yenilenme, dinlenme süreci yaşadığı bir aydır, bütün yıl boyunca içerek, yiyerek, üfleyerek, koşturarak iyice yorduğumuz bedenimize de bir nevi tatil ayıdır, kendi bedenimizin kendi kendimize azat edildiği bir aydır.
Oruç, zengin ve fakiri eşit seviyeye getirerek hem nefsi kemalata(olgunluğa) hem de zengini fakirin halini düşünmeye yöneltir. Oruç, bu yönüyle değerlendirildiğinde ve bu anlamlarla ifa edildiğinde tüketim ahlâkının "şükür" ve "sadaka" ölçülerine uygun şekillenmesini de ifade edebilecektir.
Modern hayatın sosyo-kültürel ve ekonomik şartları, beraberinde yeni bir yaşam tarzı da
getirmiştir. Bu yüzden tüketim ahlâkı, eğlence kültürü, beden terbiyesi gibi alanlarda popülerliğin etkisi artmakta ve insanlar ister istemez popüler kültürün etkisi altına girmektedirler. Modernliğin eskiyi reddedip kendi kurallarını koyduğu bir toplumun tüketim ahlâkı incelendiği zaman, dini hükümler dışında bu ahlâkı sınırlayan bir anlayışın olmadığı kolaylıkla görülebilecektir. Sürekli değişen sosyal ve ekonomik şartlar insanları daha fazla, bedenin kölesi haline getirmektedir.
Üstelik bu ilişki, insanı hem bedeninin kölesi hem de efendisi haline getirerek ne olduğu belli olmayan bir tüketim ve beden anlayışı ortaya çıkarmıştır. Bedenin her istediğini yerine getirmek, sürekli tüketmek ve bu faaliyetleri kişisel menfaat üzerine kurmak, modern hayatın inkâr edilemeyecek özelliklerinden birisidir. Ramazan ayıyla birlikte tutulan oruç ise bu yerleşik ve zorlayıcı kalıpları fazlasıyla reddetmektedir. Öncelikle yeme-içme belli bir adaba kavuşturulmakta, insanlar ancak belli vakitlerde yiyebilmektedir. Bu, orucun ilk etkisidir. Bunun dışında, oruç ısrarla ifade edildiği gibi nefis terbiyesi ve muhakemesiyle birlikte yerine getirildiği takdirde, insanı şükre ve güzel ahlâka sevk etmektedir. Yeme ve içme alışkanlıklarının, tüketim kültürünün insanın varlık ve ahlâk anlayışından bağımsız olmadığı kesindir. Oruç ibadeti de tüketim ve yeme-içme ahlâkına getirmiş olduğu sınırlamalarla nefsi terbiye eden İlâhî terbiye metodudur. En bayağı ve rutin görünen bedeni ihtiyaçlara koyulan bir sınırlama ile insan ahlâkında arınmaya neden olan oruç, bedeninin kölesi olan, helal ve haram dengesini yitiren, tüketim ahlâkını menfaat üzerine kuran bireyin ve toplumun kurtuluş reçetesidir.
Ramazan sosyal bağları yenileme ve kuvvetlendirme ayıdır.
Ramazanda sahur yemeği vasıtasıyla ailevi bağlar, iftar yemeği vasıtasıyla akrabalık bağları
ve umumi iftarlar vasıtasıyla toplumsal bağlar yenilenir ve güçlendirilir.
Ailevi ortamda özel bir atmosferin oluştuğu için her Müslüman çocuk "oruç tutmasa dahi" özellikle sahur ve iftar yemeklerini sevinçle beklemektedir. Rasulullah’ın şu hadisi doğrultusunda her akşam akraba, tanıdık ve "gayrimüslim" arkadaşları iftara davet etme geleneği islam kültüründe yerini almıştır: "Kim bir oruçluya iftar verirse, oruçlunun sevabından hiçbir şey eksilmeksizin, oruçlunun sevabı gibi sevap alır.
"Ramazan ayında oruçlu olan bizlerin sözleriyle, eylemleriyle, hal ve edasıyla olduğu kadar, temizliğiyle de ağız-diş temizliği ve beden temizliğine varıncaya kadar bir başkasını rahatsız edici bir durumda olmaktan şiddetle kaçınmalıyız.
Özellikle de mübarek ramazan ayının yaz aylarına tekabül ettiği bu dönem oruçlarımızı ifa ederken, temizliğe azami dikkat etmeli, güzel kokularla kokulanmalı bir başka kardeşimizi rahatsız edici her tür kokudan uzak, tertemiz olmalıyız.
Ramazan ibadetini de ifa ederken orucu bozan, bozmayan şeylerle ilgili de yine tek merciin Allahın kelamı ve peygamberimizin hadisler ile kendi aklımız ve izanımız olduğu kanaatindeyim. Hemen her kanalda birileri bu konuda çok farklı yorumlar yapabilmektedirler. Ama bu konuda biraz itikadi ve ilmihale dair bir karmaşa olduğu kanaatindeyim ve bu durumun da maalesef ki bir nevi tırnak içinde diyorum” bilgi kirliliğine” sebebiyet verdiğini ve akıl karışıklığı ile samimane bir şekilde oruç ibadetini ifa eden kardeşlerimizin, vatandaşlarımızın maalesef kuşku ve tereddüte sevkedildiğini düşünüyorum. Bu boyuttaki detay ve kurani anlamda kesin olmayan ve yoruma dair bid’a denilen yorumlarla; safi zihinlerin idlal( karıştırmak) edilmesinin yarardan ziyade zarar vermektedir diye düşünüyorum ve bu konuda ilahiyatçıları ve de özellikle yazılı görsel basında sürekli fikir serdeden, bu konuda sözü olan herkesi bu konuda hassasiyete davet ediyorum. Ramazan ayında oruç tutarken de, başka ibadetlerimizi ifa ederken de aslolan kalben ve vicdanen müsterih olabilmemizdir. Yüce Rabbimize döndüğümüzde kalben müsterif en masum, en safi ve en kalbi şekilde ibadetimi yapabildiğim kadarıyla yaptım Allahım huzuruna geldim bu kadarını yaparak… diyebiliyorsak bütün mesele budur… Yoksa Allah'ın bizim namazımıza da orucumuza da başka ibadetlerimize de ihtiyacı yoktur, ihtiyacı olan bizleriz…
Sevgili okurlarım bizim dinimizi farklı kılan, kul ile Allah arasına hiçbişeyin girememesidir, aracıya, vasıtaya vb. gibi hiçbişeye ihtiyaç yoktur, bizim dinimizde şikayetimiz de, övgümüz de, yergimiz de, duygumuz da, ağıdımız da doğrudan Yaradanadır, ne bir din adamınadır, ne bir hocayadır, ne bir dergahadır yani direk Rabbimizedir. Çünkü Allah hepimize şah damarımızdan daha yakındır, O biz söylemeden ne söyleyeceğimizi bilendir, bu yüzden de güzel olan her şey Rıza-ı ilahiye mazhar olacak şeylerdir, güzel olan bişeyin güzelliğinin takdiri de Allahındır ve güzelliklere dair temel ölçüt ise bize verdiği akıl ve kalptir…
Sevgili okurlarım, sabır duygularımızın ziyadeleştiği...
Şükür duygularımızın yardıma dönüştüğü…
Bedensel ve ruhsal temizliğin hassasiyetle sağlandığı…
Cömertliğin, ikramın ve vicdanın en ileri seviyede olduğu…
Kalplerimizin katılığının çözüldüğü……
Izdırap çekenlerin acısını, açlık çekenlerin elemini, muhtaç olanların çaresizliğini kendi içimizde hissedip elinden geleni yapmak ve elinden geleni yaparak bu ayın ruhuna uygun davranmak erdemiyle ramazan ayınızı kutluyor, tuttuğunuz oruçların hayırlar getirmesini diliyorum.
Böyle mübarek bir ayda bendeniz bir ilahiyatçı değilim ama içimden geldiğince duygularımı kaleme alıp bu güzel aydan bahsetmek istedim. Yanlışım hatam oldu ise af ola ancak şunu da belirtmek isterim ki, bu yazıyı gelişi güzelde yazmadım. Tabi konuda uzman bazı dostlarımdan da feyz aldım. Haftaya yeni Bir Portrede buluşmak ümidi ile sağlıcakla kalın sevgili okurlarım.