Önümüzdeki 15-20 yıl içinde yaşanacak göç ve sığınmacı istilasına kim karşı durabilecek!..

Namık Tan,

Diplomat ve siyasetçi,
Şunda CHP Genel Başkan Yardımcısı…
Devlet adamı sıfatını haiz sakin soğukkanlı ve tespitleri muteber birisi…
Dünya nüfusu ve nüfus artış hızına dair bazı veriler paylaşmış ve durumun ciddiyetine dikkat çekmiş.
“—Afrika nüfusunun, dünya nüfusuna oranı; 1950’de %9 idi, şu anda %26,
2100 yılında ise %40 olacak,
—Doğu Afrika Bölgesinin nüfusu Çin’den fazla olacak,
—Kongo’nun nüfusu 430 milyon, Nijerya’nın 550 milyon olacak,
—Almanya, İspanya, Fransa ve İtalya’nın toplam nüfusu Mısır’dan az olacak,
—Afrika’da çok büyük metropoller ortaya çıkacak.
Örneğin, Kinşasa’nın (Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin başkenti) nüfusu 50 milyondan fazla olacak,
—Dünyanın en kalabalık 10 ülkesinden beşi Afrika’da olacak,
—Irak 113 milyon olurken, Türkiye’nin nüfusu 77 milyona gerileyecek,
—Doğu Avrupa’da bir çok ülkede nüfus kaybı %50’ye varacak ,
—Yunanistan, şu anda dünyanın en yaşlı beş ülkesinden birisi.
Mülteci almaz ise nüfusunun yarısını kaybedecek.
Bu demografik trendleri dikkate almayanlar büyük kayıplar yaşayacak,
Bu trendler, 20-30 yıl içinde çok aşikâr hale gelecek.
Hazırlıklı olmayanlar için de çok geç olacak…”


Irak’ın nüfusu şu anda 45 milyon,
Doğurganlık hızı ise 3,50,
Türkiye’nin nüfusu şuanda 85 milyon,
Doğurganlık hızı ise 1,51
TÜİK verilerine göre Türkiye’nin 2001 yılında doğurganlık hızı 2,38 idi.
Bu, neredeyse yarıya yakın düşmüş demektir!

Dünya nüfusuna bakıp bir tespitte bulunacak olursak, en önemli nokta şudur:
—Başta Avrupa Ülkeleri olmak üzere, gelişmiş veya ekonomileri büyük ülkelerde doğurganlık oranı yüzde 2 ve altındadır.
Maalesef Türkiye de, bu kategoriye dahil olacak oranlara kadar düşmüştür.
—Başta Afrika ülkelerinin tamamı/Ortadoğu ve Güney Asya olmak üzere geri kalmış, az gelişmiş veya ekonomileri küçük ve kötü olan ülkelerde doğurganlık oranı yüzde 4-5-6 ve hatta daha üzeridir.
Bu ne demektir?
—Gelişmişlikle nüfus artışı arasında ters orantı işliyor demektir.
—Zengin/varsıl/iyi eğitim alan/gelişmiş ülke kategorisinde yer alan ülkelerin hem nüfusu azalacak hem de her geçen yıl yaşlı nüfus oranı hızla artacak ve artıyor demektir.
—Buna mukabil, yoksul/yoksun/eğitim imkanı çok zayıf/geri kalmış-az gelişmiş ülke kategorisinde yer alan ülkelerin ise hem nüfusu olağanüstü artacak-artıyor,  hem de her geçen yıl zaten var olan genç nüfus oranı hızla artıyor ve artacak demektir.

Arkadaşlar!
Şu soruyu sormak zorundayız:
Bu durumda ne var ki? Birileri çok doğuruyor ve çoğalıyor,
Birileri hiç doğurmuyor veya az doğuruyor ve çoğalmıyor veya az çoğalıyor. Bu, kimi neden ilgilendiriyor, neden bundan rahatsızlık duyuluyor ki?


Örnekleyerek ve soru cevapla anlatayım:
Türkiye’de bir şehrimizi düşünün.
Hiç büyümüyor; yani toplam nüfusu artmıyor. Ama doğurganlık Hızı Türkiye ortalamasının üzerinde,
Hatta 3 veya daha üzeri…
Demek ki burada başka bir durum var.
Ne var?
Başka şehirlere göç var.
Neden?
Çünkü bir yerde paylaşılacak pasta büyümüyorsa,
Yani, iş imkanları artmıyor, yerleşim imkanları büyümüyor ve üstüne üstlük bir de doğum yoluyla geriden gelenler her geçen gün artıyorsa;
Daha kolay iş bulunacağı veya daha iyi hayat koşulları olacağı veya oraya kapağı bir atayım gerisi kolaydır denilen şehre/şehirlere göç oluyor demektir.
Normalde veya görünürde bunda bir sorun yok gibi,
Ama göç veren şehirlerde düzensiz nüfus artışı varsa,
Ve cazibe merkezi şehirlere düzensiz ve artan bir şekilde göç oluyor ise;
Hedef şehirlerin vay haline…
Örnek mi?
İstanbul…
Bu örneği bir de küresel ölçekte düşündüğümüzde; ekonomik-sosyal imkanlarla doğurganlık hızı arasındaki oransızlık artışının neleri doğuracağını çok daha net öngörebilirsiniz.
 Peki, böyle olursa ne olur?
—Kıtalar/Ülkeler arası zaten var olan göç hareketleri her geçen gün daha da artarak dayanılmaz bir hal alacaktır.
—Demografik yapılar (ülkelerin nüfus yapıları) değişecek,
—Irksal melezleşme/çok dillilik/farklı din algıları ve aynı dinin farklı yaşam tarzları ortaya çıkacak,
—Güvenlik kaygıları artacak ve sağlamakta çok zorlanılacak,
—Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri değişecek,
—Şehirlerde gettolaşmalar başlayacak,
—Milliyetçilik/Faşizm/Yabancı düşmanlığı artacak,
—Siyasal partilerin siyasal iddia ve seçim politikaları sığınmacı tercihlerine göre belirlenecek,
—Ülkelerin emek yoğun iş alanlarında neredeyse tamamen sığınmacılar olacak,
— Bu ise emek tarihine, “Manchester Kapitalizmi” denilen gayrı insani ve vahşi çalışma düzenini getirecektir.
Nedir Manchester Kapitalizmi?
Bir tarafta uzun çalışma saatleri, karın doyurmaya bile yetmeyecek ücretler, harabe kulübelerde insanlık dışı koşullarda yaşamaya çalışan on binlerce işçi ve ailesi…
Diğer tarafta, bu işçilerin emek gücünü sınırsızca tüketerek büyüyen sermaye sınıfı...
Sonra ne olur?
—Sığınmacılar/Göçmenler yerleşikleşmeye başlar.
Anadolu’da “misafir ev sahibini kovar” derler ya; bir nevi öylesi bir durum ortaya çıkar.
Ki bunun, sinyallerini ve bariz örneklerini Türkiye olarak yaşamaya başladık bile…
—Avrupa ülkeleri, daha sistematik/daha kurumsal devlet yapısı içinde düzenli göç politikası/kaliteli sığınmacı kabul straterjisi izledikleri için henüz Türkiye kadar bu işin sıkıntısına şahit olmadılar…
Hatta göçmenlerle eksiklerini ikame ettikleri için bu durumdan istifade bile ettiler.
Ama önümüzdeki on yıl içinde onlar da fevç fevç gelecek olan Afrika kökenli sığınmacılar nedeniyle büyük sıkıntılar yaşayacak,
Muhacerat/Göç konusuna Türkiye kadar şerbetli/aşina olmadıkları için apışıp kalacak ve belki de insanlık dışı/vahşi faşistik güdülerle engel olmaya/karşı koymaya ve iadeye çalışacaklardır!
Tam bu noktada şu soru aklınıza gelebilir:
“Cengiz Bey!
Son yıllarda yazdığın yazılarda defalarca Yeni Dünya Düzeni dedin/Güç ve Akıl Sahiplerinden bahsettin, dünyada olan hemen her şeyin Düzenin Efendilerinin bilgisi ve planı dahilinde olduğunu söyledin.
Konuyla ilgili bu ana dek anlattıkların daha önce anlattıklarınla çelişmiyor mu?”

Arkadaşlar!
İşte zurnanın tam da zırt dediği ve en tehlikeli nokta burası!
Çok net söyleyeyim;
Küresel demografiye/Dünya nüfusuna dair ortaya çıkan ve daha da netleşecek olan demografik tablo bir tesadüfün sonucu değil.
Emin olun, o birilerinin yine bir planı var ve dünya nüfusuyla/doğurganlık oranlarının artması-azalmasıyla ve coğrafyalar arası göç hareketi ile doğrudan alakalı bir plan.
Belki de, özellikle doğurganlık oranı düşen/yaşlı nüfusları artan ve toplam nüfusu azalan gelişmiş ülkelerde yeni bir feodalite/post-kapitalizm ötesi yeni nesil kölelik sistemi oluşturulacak ve yaşanacak büyük göç dalgaları nedeniyle bir nevi mülteci istilası gerekçe gösterilerek savaşlar çıkacak/çıkartılacak!
Ve, büyük katliamlar/toplu ölümler yaşanacaktır!
Belki de yaşananların ve yaşatılacakların nihai hedefi budur!

Bir tespit daha yapalım;
Göç/göç etmek ve sığınmacılık psikolojik ve fiziksel açıdan çok zor ve meşakkatli bir şeydir.
Çaresizliğin zirve yapmış halidir.
Bir insanın yerini-yurdunu, eşini-dostunu, ülkesini terk edip başka yerlere ve üstelik kaçak koşullarda gidebilmesi için canından başka kaybedecek bir şeyinin kalmamış olması gerekir.
Kim ister bu ölümcül macerayı?
Açlık/sefalet/yokluk/yoksunluk içinde çarnaçar kalmış ve öylece yok olup gitmektense belki göç edersem bir ihtimal hayatta kalabilirim diyenler…
Dikkat edin;
Adeta sebep-sonuç ilişkisi ve sanki bir şeylerin somut gerekçesi oluşturuluyor!

Sonuç:
26 Temmuz 2021 tarihli yazımın başlığında “Modern Çağ'ın Kavimler Göçü ile karşı karşıyayız!..”  demiş ve ülkemiz açısından kapımıza dayanan tehlikeye dikkat çekmiştim.
Küresel gelişmeleri takip edip gelecek projeksiyonu yapabilen,
Ve, demografik istila konusunda muhtemel tehlikelere karşı ülkemizi/ülkeleri ciddiyete davet eden Diplomat-Siyasetçi Namık Tan’ın ortaya koyduğu verilere, Avrupa veya Amerika’yı bir kenara koyup Türkiye açısından bakarsak; üç sene önce bahsettiğim tehlikenin hangi boyut ve düzeyde darbe vuracağı daha net görülüyor!
Bu durum, “ensar-muhacir” metaforu ile izah edilmeyecek kadar önemli/reel ve somut bir tehlikedir.
Bahsettiğim yazımdan bir kesit sunup tehlikenin derinliğine işaret ederek yazımı bitireceğim:
“…Modern çağın "Kavimler Göçü'nü" yaşıyoruz.
Güney Asya'dan; Afganistan/Pakistan/Bangladeş'ten,
Afrika'nın her yerinden,
Neredeyse, tüm Ortadoğu'dan…
Ama bu defa Avrupa hazırlıklı,
Çünkü Roma İmparatorluğunu yıkan "Göç" hikayesini iyi analiz etmişler.
Kısa-Orta-Uzun vadeli planları var.
Bu defa göçün ilk destinasyonu Türkiye/Anadolu…
Bu yüzden Avrupa ülkeleri "para verelim mülteciler sende kalsın" diyor.
Ama kalifiye olanları da seçip almaktan imtina etmiyor.
Onlar için şimdilik sorun yok gibi.
Biz neyiz peki; yığınak noktası…

Roma İmparatorluğundan farkımız var mı; hazırlıklı mıyız?
Hiç sanmıyorum!..
Çünkü şehirlerimizde o dönemi anımsatır şekilde "getto"lar oluşuyor; mülteci mahalleleri kuruluyor.
Demografik yapı değişiyor.
Evlenmeler/kız alıp verme vb. gibi durumlar yüzünden melezleşme/etnik farklılaşmalar oluşuyor.
İlerde, önü alınmayacak karışıklık riski kapıda,
Gerek bahsettiğim coğrafyalarda görülen iç karışıklıklar/çatışmalar/savaşlar/kötü giden ekonomik koşullar sebebiyle gelenler ve gerekse de ülkemize gelen mültecilerdeki hızlı doğum oranları nedeniyle artan mülteci sayısı tehlike sınırını çoktan aştı bile…”


Bu vesileyle büyük kafaları ve karar alıcılarımızı bir kez daha uyarmış/sığınmacı tehlikesine dikkatlerini çekmiş ve doğurganlık hızındaki düşüşün ülkemizin varoluşsallığına nasıl bir yok edici/veba illeti olacağına parmak basmış olayım istedim!
Benden söylemesi…



Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.

OGÜNhaber