Pek çoğunuz hatırlarsınız,
Bu yıl başında, G7 ve NATO ülkeleri zirvesi vardı,
Brüksel'de yapılmıştı,
Henüz başladığı ve alevler yükseldiği için gündem Rusya'nın Ukrayna işgali gibiydi.
Halbuki tüm liderlerin ajandasındaki ana gündem
"gıda güvenliği" idi.
O zaman biraz gölgede kalmıştı ama şimdilerde bu konunun anlam/önem ve hayatiyeti savaşın da ötesine geçmeye başladı.
Çünkü sorunun acı sonuçları ve fiili gerçekliğiyle karşı karşıyayız artık!
Pandemi diye, insanlığın laneti denecek bir musibet geldi önce…
Aslında, artacak tehlikelerin ve muhtemel krizlerin işaret fişeği gibiydi.
Öyle de oldu ve olağandışılıklar her geçen gün artmaya başladı.
Sonra Rusya-Ukrayna savaşı geldi,
Gıda tedarik zincirinde yaşanan problemler her şeyin tuzu biberi olup, ahtapot gibi sarıyordu.
Çünkü gıda sektöründeki krizin sirayet etme/bulaşıcılık gibi bir özelliği vardır ve maalesef bu nokta kaçınılmazdı/bundan kaçılamazdı!
Hemen akabinde akaryakıt/doğalgaz/ekonomi ve finansal çıkmazlar
"kriz sarmalına" dönüşerek tüm dünyayı etkisi altına almaya başladı,
Artık dört başı mamur hale gelen ve
"herşey"leşen kısır döngü, tüm hızıyla da sürüyor!
En kötüsü de nerede duracağını/nasıl durulacağını ve ne zaman biteceğini kimse bilmiyor!
Bu süreçte, hatta sürecin başında, hatta ve hatta daha süreç başlamadan akıl ve akılcı olanlar/ülkesel ve kamusal öngörüye sahip devletler/ gelecek projeksiyonu yapmayı akıl edip doğru okuma yapan ülke yönetimleri bir
"acil eylem planı" vakti olduğunu düşündüler.
Behemehal/hızla ve ivedi şekilde bazı hayati tüketim kalemlerinde "stok ve rezerv/felaket yedeklemesi" oluşturmaya, üretsel kaliteyi artırmaya ve
"kusursuz felaket"ten en az hasarla çıkmaya hazırlandılar.
Neydi bunlar? —Enerjide tasarruf ve israfın önlenmesi,
—Doğalgaz tüketiminin azaltılması ve alternatif kaynakların aktive edilmesi,
—Temel gıda hammaddesinde ön hazırlıklar,
—Canlı hayvan stokları…
Şimdi,
"gıda ve hayvancılık" kısmını ele alacağım.
Başta gelişmiş ülkeler olmak üzere aklı selim ve yarınları iyi hesap eden devletler, bahsettiğim hazırlık ve çalışmaları ya bitirdiler ya da neredeyse bitirmek üzereler…
Nasıl mı? Kim ne derse desin veya kamuoyuna sıkıntı çekiyormuş gibi yansırsa yansısın; Amerika, ne yapar eder ve sıraladığımız kalemlerde olası sıkıntılardan kendini azade tutmayı bilir ve esasa ilişkin bir sorun yaşamaz.
Keza, Çin/Hindistan ve hatta doğalgaz temin ve tedariki hariç olmak üzere Avrupa bile, pek bir sıkıntı çekmez ve çekmeyecektir.
Birkaç tespit ve kısa not verirsem, ne kastettiğimi daha iyi anlayacaksınızdır. —Amerika kıtasındaki hayvan varlığının büyük kısmını Çinli firmalar satın almış durumda.
Bu ne demektir? Çin, özellikle et/süt konusunda yapması gerekenleri yapmış, felakete hazırlanmış demektir.
—Rusya, Ukrayna'ya girmeden önce gerekli gıda ve hayvan stokunu tamamlamış durumda.
Neredeyse, kendisine 3 sene yetecek erzak depolanmış vaziyette.
(Kimse farkında bile değil belki ama Rusya, Ukrayna işgali öncesinde İtalya'da, alınabilecek tüm "Hostain süt ineklerini" satın aldı…) —Küresel piyasalarda canlı hayvan fiyatları son 1 yılda %150 oranında artış gösterdi.
Hal ve ahval böyleyken, Ülkeler, gıda/tohum/bitkisel üretim/et ve süt şeklinde dillendirebileceğimiz kalemlerde imkanları ölçüsünde hazırlık yaparken,
Ve hatta, gelişmiş ülkeler bu hazırlıklarını tamamlamışken;
Türkiye ne yaptı? Ne yapmadı? Ne yapması gerekirdi? Ne kadar geride kaldı veya ne kadar ilerleme sağladı? Maalesef yerli ırk ıslahı konusunda sınıfta kaldık.
Çok gerideyiz; tohum ve hayvan genetiği olarak, neredeyse 1960'lardayız.
Son 15 yıldır, özellikle Doğu Avrupa
(Macaristan/ Sırbistan/ Çekya) ve Balkan ülkelerinden getirilen kombine ırkların, cenneti haline geldi ülkemiz.
(Kombine Irk ne demektir? Hem etçil hem de sütçül hayvan demektir. Her iki verim yönü birlikte geliştirilen sığır ırklarına "kombine verimli sığır ırkları" denmektedir.) Bu mantıkla üretilen kombine hayvanlar, endüstriyel olarak üretim yapan çiftliklerde verimliliği düşürmektedir.
Basitleştirelim;Kırsalda yaşıyorsunuz,
Mera probleminiz filan da yok.
Hobi olarak beslediğiniz tavuk/keçi/koyunun yanına 8-10 adet de sığır katayım diye düşünüyorsanız; işte bu hayvanlar, tam da tercih edeceğiniz ırktır…
Fakat geldiğimiz noktada, toplumsal ve kamusal hayvancılık politikası çerçevesinde böylesi hobisel/fantastik/animalist hayvancılık yapma lüksüne sahip olmadığımız gibi; ülkemizde bol diye bilinen ama aslında oldukça kıt ve sınırlı olan yem ve benzeri hayvansal beslenme materyallerini, heder etme şansımız hiç yok!
Özellikle Avrupa ve kimi Amerika ülkeleri
"ırk hayvancılığı ve genetik hayvancılık" çalışmalarına çok çok önceden başladılar ve pek çoğu da üretime geçerek verim/sonuç almaya başladı.
Bu bağlamda, Simental/ Montofon/ Montbeliard vb. gibi kombine ırklar Avrupa'da modern hayvancılık yapanlarca çoktan terkedildi ve sadece fakir köylü ırkı olarak anılmaya başladı.
Ama onların vazgeçtiği ve neredeyse 20 yıl eskide bıraktığı bu ırkları yeni/modern/verimli imişcesine ülkemize doldurduk!
Maalesef ya bilinçsizce hayvancılık politikası belirleyenler ya ithalat lobileri veya kişisel kârını maksimize etmek isteyen benciller ve en kötüsü de konunun uzmanı diye bildiğimiz "kimi veterinerler" tarafından, sanki iyi bir hayvan ırkıymış gibi lanse edilip tabanda yaygınlaşması sağlandı.
Küçük bir nüans size; Bu gibi kombine Irklar, veteriner olmadan doğal yollarla doğum yapamazlar. Dolayısıyla veterinerler için sürekli iş çıkacak bir hayvan profili…
(İşini iyi/doğru/hakkını vererek ve her türlü manipülasyondan azade şekilde yapan veterinerlerimiz, kesinlikle kastım dahilinde değildir. O yüzden, "kimi veterinerler" diye bizzat vurguladım.) Elin oğlu da zaten ırk ıslahını başlatıp; et ve süt üretiminde yüksek verimliliği esas alarak; aynı miktar yem ve su kullanımıyla yüzde 50'den fazla ürün almaya başladığı için, bu ırkları bizim gibi ırk bilmez/gık etmez ve yarını düşünmez olanlara seve seve sattılar!
Arkadaşlar, Bu işin temel mantığı şudur;
Et üretmek istiyorsanız et ırkıyla, nitelikli süt üretmek istiyorsan süt ırkı ile hayvancılık yapacaksın.
Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok.
Bu mantık zihinlerde yer etmedikçe, bir adım ileriye gidemeyiz.
Tüm bunlara rağmen, hele bir de;
"bundan 20 yıl önce şu kadar yem üretimi vardı, şimdiyse beş katı yem üretiyoruz. Demek ki, hayvancılığımız çok iyi durumda. Yoksa, yem üretimimiz niçin beş katı artsın ki…" gibi, evlere şenlik ve alemi kendimize güldürmelik yorumlar yok mu; cehalet izharından başka bir şey değildir!
Peki nasıl kaldırırız bu cenazeyi? Söyleyeyim; —Ucuz süt ve et üretmek için tek yok
verimliliğin acilen artırılmasıdır.
(Örneğin; dünya genelinde ve ülkemiz özelinde bazı çiftlikler etten ve sütten para kazandıklarında, 1000 olan hayvan varlığını 2000 yapmıyor. Aksine, sayıyı 500 hayvana çekip, 1000 hayvandan elde edilenden daha fazla verim alıyorlar. İşte bunun adı "Genetik Hayvancılık"tır.)—Et ve süt ırkları ayrılmalıdır, her iki sektör için de bölge bazlı ırk tespiti ve ıslahı yapılmalıdır.
Mesela;Ankara'nın doğusunda et, Batısında süt üretmek gibi…
Doğuda az da olsa mera varlığımız var; bunu koruyarak ve geliştirerek,
Batı'da, var olan süt toplama merkezlerine, yatırımlarla yenilerini ekleyerek…
—Köklü çözüm olaraksa; yarından başlamak üzere, ırk ıslahı ve genetik transferi yaparak.
Mümkün mü bu? Hem de çok mümkün ve emin olun; beş yıla kalmaz, özellikle et ve süt konusunda bırakın ithalatı; ihracat yapar hale gelebiliriz.
Sonuç: Gıda arz güvenliği konusuna bir yıldan fazladır dikkat çekiyorum,
Uyarıyor/ikaz ediyor ve SOS verdiğimizi bağırıyorum!
Taşıma suyla değirmen dönmez sözünden hareketle; günü kotarma ve zevahiri kurtarma babında/dışa bağımlı-ithalata dayalı gıda ve hayvancılığın asla bir çare olmayacağını hala mı anlamadık/anlamıyoruz ve daha ne kadar anlamaktan aciz olacağız!
Arkadaşlar, Bitkisel üretim için gerekli olan tohum ile sürdürülebilir et ve süt üretimi için gerekli olan canlı hayvan tedarikinde çok geç kaldık.
Ve hala pansuman tedbirleri düşünmekteyiz.
Yine ve yeniden uyarıyorum; bu eksiğimizi radikal/yapısal ve kalıcı şekilde biran evvel tamamlamalıyız.
Tüm dünyayı etkisi altına alan ve ilerleyen günlerdeyse esir alacak olan,
"gıda güvenliği" problemine bigâne kalmayalım,
Zararın neresinden dönersek kârdır diyerek, hemen harekete geçmeliyiz.
Aksi takdirde, cebimizde paramız olsa dahi, alacak tohum ve hayvan bulamayabiliriz…
Bunca yaşananlardan hala ders almadık mı!..
Not: Konuyla ilgili bilgi ve fikrine çok itibar ettiğim uzmanlarla da istişare ettim ve yazımı öyle yazdım.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.