Ünlü bir kralın üç çocuğundan biri, onun yerine tahta geçecekti.
Kral bu seçimde zorlanıyordu.
Oğullar üçüz ve aynı yaştaydılar.
İşin içinden çıkamayan kral, en sonunda bir bilgeye danıştı ve onun önerisine uymaya karar verdi.
Üç oğlunu da yanına çağırıp her birine, birer torba dolusu çiçek tohumu verdi.
Bir yolculuğa çıkacağını, en az üç yıl sonra dönebileceğini, bu tohumları onları sınamak için bıraktığını söyledi ve ekledi:
"Döndüğümde tohumları geri vereceksiniz. İçinizde onları en iyi saklamış olan benim yerime tahta geçecek..."
Birinci oğul şöyle bir mantık yürüttü:
"En iyisi bu çiçek tohumlarını çelik bir kasaya kilitlemek. Babam geri döndüğünde verir, çalınmalarını da önlemiş olurum."
İkinci oğul, tohumları kardeşi gibi kilitlerse çürüyüp öleceklerini düşünerek götürüp sattı.
Kazandığı parayı sakladı ve "babam döndüğünde, gidip yenilerini satın alır, taptaze geri veririm…" diye düşündü.
Üçüncüsüne gelince; tohumları bahçeye ekti.
Üç yılın sonu da kral döndüğünde, birinci oğlu kasayı açıp kurtlu, kokuşmuş, çürümüş tohumları verdi.
Kral;
"Bunlar benim sana verdiklerin olamaz.
Çiçek tomurcuklanmalı ve güzel kokmalıdır, bunlar ölmüş!.." diye hiddetle bağırdı.
Oğlu, aynı tohumlar olduğuna yemin ettiğinde ise, "Sen benim istediğim ölçülere sahip değilsin..." dedi.
İkinci oğul çarşıya gidip yeni tohumlarla geri geldi.
Kral tohumları inceledikten sonra;
"Bunlar benim bıraktıklarım değil, ama kardeşinden biraz daha iyi düşünmüşsün.
Yine de beklediğim ölçüde becerikli ve yaratıcı değilsin…" dedi.
Kral üçüncü oğluna yaklaşırken korkmaya başlamıştı.
"Ya, o da bir yanlış yaptıysa,
Ya, o da yeterli değilse; ülkeyi ben öldükten sonra kim yönetecek?.." diye kara kara düşünmeye başlamıştı.
Üçüncü oğlu, onu sarayın bahçesine çıkarttı ve kral burada, yüzlerce çiçek ve güzel kokulu bitkiyle karşılaştı.
Oğlu hemen söze başlayıp;
"Bunlar bana verdiğiniz tohumlar babacığım…
Dökecekleri yeni tohumları hemen size vereceğim…" diye söyledi.
Kral rahatlamıştı ve artık emindi; yerine kimin geçeceği belli olmuştu…
Allah, her Kral’a/Padişah’a/Lidere/ Yöneticiye; böyle, Üçüncü Oğul gibi varisler nasip etsin.
(Varis: miras bırakılan/yerine gelen…)Bu hayatta ne olursak olalım; ebedi ve ölümsüz değiliz.
Şah da/Vezir de, Sultan da…
Aynen, hayatın ölümlü olduğu gibi; mal da/mülk de/makam da/mevki de/kudret de, ebedi ve ölüme kadar değildir.
Neyi ne zaman kaybedeceğimiz belli olmaz.
Gaybı (geleceği), ancak Allah bilir.
Bizimse tek bilebildiğimiz, verilmiş ve elimizde olanla bir imtihanda olduğumuzdur.
Bu yüzden de;
Teslim edileni en verimli değerlendirecek,
Ekecek/büyütecek ve çoğaltacak,
Daha ileri götürecek,
Bir tık daha yukarılara ulaştıracak emanetçiler/varisler lazım.
Çünkü, canımız bile, bizlere sadece emanetken; sahip olduklarımız/makamlarımız/mevkilerimiz/yetkilerimiz, hayda hayda emanettir.
Tam bu noktada, emanet edecek olanın da bilge olması veya danışmaya önem verip, bir bilgeye danışması çok önemlidir.
Yani akıllı,
Yani akîl,
Yani, basiretli/ferasetli/öngörülü,
Yani, istişareye/danışmaya önem vermesi çok önemlidir.
Hani bir söz var ya;
“Ya imam olacaksın, ya imam bulacaksın…” diye.
Tıpkı onun gibi…
Aksi takdirde;
Daha ölmeden,
Daha yaşarken,
Ve hatta daha görevdeyken, taht kavgaları başlar,
Kral’ın nakış işler gibi/iğneyle kuyu kazar gibi, azimle ve büyük emeklerle büyüttüğü/geliştirdiği ve olgunlaştırdığı devlet,
“mirasyedi zihniyetli/hoyrat ve kifayetsiz muhteris” çevre tarafından hedef haline gelir.
Hatta öyle ileri giderler ki;
“Ama artık Kral’ımız da yaşlandı/eski yöneticiliği kalmadı/yoruldu/yıprandı…” gibi yaklaşımlarla, Kral’ın bırakması/emekli olması/köşesine çekilmesi gerektiği bile, söylenir ve istenir.
Neden?..
Çünkü varisler, liyakat/ehliyet/sadakat ve donanımdan yoksun ise;
Vefasız olur,
Kişisel hırs ve istikbal peşinde koşar,
Din bilmez/devlet bilmez/milliyet nedir’i hiç düşünmez,
Devleti bir çiftlik sanır,
Artık,
“sıra bende/sıra bende…” diyerek; geldiği yere, nereden ve nasıl geldiğini unutur.
Kerameti kendinden menkul sanır.
Tabir caiz ise;
Ne olduğunu/olmadığını/olamayacağını bile bilmez;
Ne oldum delisi olur/suyu bulandırır/ayak kaydırır,
Fitne-fesat çıkartır/şantaja başvurur,
Arşivlediği eski defterleri karıştırır/koz kullanır,
Ve, ilk tümsekte/sıkıştığı anda/fırsatı bulduğu anda, Kral’a kazık atmak için her yola başvurur.
Bunun sonu ise;
Kral için, kahır olur/hayıf olur/keder olur/ahhh olur,
Gözü arkada kalır,
Devlete zeval gelir,
Otorite/disiplin kaybolur,
Rehavet gelir,
Olansa, millete olur!...
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.