Kayseri’de yaşanan olay: Pimi çekilmiş bomba!

Taciz-tecavüz denilen iğrenç eylem toplumsal tepkinin en genişine/en sertine ve en çılgıncasına sebebiyet veren gayrı ahlaki/gayrı insani ve kabul edilemez bir durumdur!
Sağcı-solcu, dindar-seküler ayrımı olmaksızın tüm toplumsal katmanların sinir uçlarını harekete geçirir.
Bu durumda oluşacak sinir/kızgınlık ve tepkinin nereye varacağını kestirmek de mümkün olmaz maalesef!
Bugünlerde Kayseri’de böyle bir olağanüstülük yaşıyoruz.
Neredeyse bütün Kayseri ayakta ve müthiş bir infial halinde…
Ne olmuştu?
Suriye uyruklu birisinin, yine Suriye uyruklu 7 yaşındaki bir kız çocuğuna tacizde bulunması iddiası…
Arkadaşlar!
Olay öyle itici/tepki çekici ve sinir edici ki fiilin kime ve kim tarafından yapılmasının bir önemi yok.
Ortalığın karışması ve kızgınlığın tavan yapması için, bırakın böyle bir eylemin gerçekten olmuş olmasını;  söylenti yayılması bile yeterli…
Ama daha vahimi ise failin/tacizcinin Suriyeli olduğu iddiası…
Neden?
Çünkü Suriyeli sığınmacılara karşı zaten total bir tepki vardı; bu ise işin tuzu biberi oldu.
Bu olay sonrası son iki yılda yazdıklarıma baktım. Tam 12 tane sığınmacı konusunu işleyen ve yaşanan/yaşanacak olan sıkıntıların vahametine dikkat çeken yazı yazmışım!
Ama maalesef konu ve sorunun anlam ve ehemmiyetine ilişkin bir anlayış oluşmadığını görüyorum!
Öncelikle şunu tespit edelim;
Türkiye’nin büyük ve ciddi bir sığınmacı ve kaçak göçmen sorunu var.
Bu kesin ve net!
Hatta bu sorunun derinliğine işaret etmek için daha on gün önceki bir yazımda, “terörden daha beter ve kronik bir sorunla karşı karşıyayız” tanımlaması yapmıştım.
Maalesef aynen de öyle ve dalga dalga tüm şehirlerimize/bölgelerimize ve toplumsal kesimlere ulaşıp infiale yol açacak kadar vahim…
Kayseri’de olanlarla ilgili yayın yasağı koyulmuş.
Allah aşkına bu bir çözüm mü/çare mi yoksa başka bir çözüm bulamadınız mı!
Komik olmayın lütfen!
Sosyal medya diye bir şey var ve üstelik oldukça manipüle edilebilir, provokatif /dezenformatif olabilir bir platform…
Sen yasak koydursan da, bir olayı/bir haberi cep telefonları ile elden ele, kulaktan kulağa ve üstelik köpürterek de yayabilecek bir platform!
Sizinse yaptığınız tek şey, bataklığı es geçip sinekleri öldürmeye çalışmak!

İşin diğer bir boyutu ise şu:
Türkiye’de bir şeyler oluyor,
Daha doğrusu garip bir şeyler oluyor ve ters giden bir şeyler var.
Sanki görünmez bir el devrede ve iktidarın kontrolü kaybetmeye başladığını göstermeye çalışıyor.
Bu ise devlet otoritesinin sarsılmasına/ahalinin umutsuzluğa kapılmasına,  dolayısıyla da kızgın ve kızgınlık yaratıcı olaylar karşısında oluşan doğal/spontane toplumsal tepki ile otorite boşluğunun doldurulması gibi oldukça tehlikeli bir reflekse zemin hazırlıyor.
Adeta “madem devlet yapamıyor veya yapmıyor; o halde biz gereğini yapalım veya yaparız” şeklinde gayrı nizami bir durum oluşturuyor.
Sadece Kayseri’de yaşanan iğrenç olay da değil; Sinan Ateş Cinayeti/bazı suç örgütü davaları/Ev sahibi-Kiracı arasında oluşan ve gerginlik oluşturan durumlar da, vatandaşın kamu otoritesine dair umutsuzluk ateşini harlayan ve galiba “artık kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız”  gibi bir yaklaşımı akla getiren olaylar şeklinde karşımızda duruyor!..
İktidar/Devlet/Toplum için en tehlikelisi de bu; umutsuzluğun kronikleşmesi ve tünelin ucunda bir ışık görülememesi…

Sonuç:
Adı her ne kadar Yerel Seçim olsa da,
“Yaşananların seçimle ne alakası olabilir ki” diyecek olsanız da,
31 Mart seçiminde, oldukça ilginç bir sonuç çıktı.
Bu sonuç vatandaşın tahammül bardağının taşmak üzere olduğunun net bir göstergesiydi.
Ahalinin, iktidar ve devlete açık mesajıydı.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın deneyim/tecrübe ve liderliğine hala güvenen vatandaşın, sanki “artık bıçak kemiğe dayandı/bir şeyler yapmalısın!” yakarışı gibiydi.
Bir yandan, yaşanan geçim derdi,
Öte yandan, bir türlü düzelmeyen ekonomi ve düzelmeye dair umutların her geçen gün azalması, vatandaşı “çatacak yer arar” hale getirdi!

Peki, 31 Mart mesajı doğru okundu ve gereği yapıldı/yapılıyor mu?
Maalesef buna dair pek de iyimser değilim!
En basitinden Kayseri’deki olaylarla ilgili muhalefeti suçlamak ve kışkırtma iddiasında bulunmak doğru algılama ve okuma yapılmadığının en büyük işaretidir!
Eğer muhalefet kışkırtma yapıyor ve bunda başarılı olabiliyor ise sende bir eksiklik var demektir,
Öyle değil de siyaset yapıyor ve sen öyle diyorsan, yine sende bir eksiklik var demektir.
Her iki halde de “amasız/fakatsız”, yaşananların ve hala yaşanmaya devam etmesinin sorumlusu sensin!
Bence iktidarın/devletin şapkasını önüne koyup hiç olmadığı kadar büyük bir ciddiyet içinde düşünmesi gereken bir andayız.
Ne muhalefet eski muhalefet, ne vatandaş eski sakin vatandaş!
Öyle görünüyor ki artık hiçbir şey 31 Mart öncesi gibi olmayacak!
Bir şeyler oluyor/bir şeyler değişiyor ve artarak devam edecek gibi…
Bunu görüp/gözleyip, “artık yeni şeyler yapması lazım olan” iktidar ise, hala “rehavet ve kibir” içinde, eski güzel günlerin nostaljisiyle avutma peşinde…
Ama üzgünüm ki eski çamlar bardak oldu/eski günler, adı üstünde eskidi ve eskide kaldı!

Son olarak defalarca yaptığım uyarıyı yeniden yapacağım:

Efendiler!
Tamam, siz de bu kadar sığınmacı gelsin istemediniz.
Gönülsüz ve zorunda kalarak kabul ettiniz! Hepsinin ve her şeyin farkındayım.
Ama sebebi ne olursa olsun Türkiye’nin bir “sığınmacı sorunu” var ve tahammül sınırı geçti geçecek!
Tam bir pimi çekilmiş patlamaya hazır bomba gibi..
Tek başına iken teskin edilebilir boyutta olsa da, vatandaşın hayatının olağan akışına halel getirecek/engel olacak/zorlaştıracak diğer ana sorunların da çözülememesiyle birlikte daha kronik/daha yakıcı ve daha önlenemez kargaşa ve toplumsal olaylara sebebiyet verecek bir sorundur!

Yapmayın/etmeyin!
Yapılabilecek çok şey var ve eğer yapacaksanız/yapmaya isteğiniz varsa şimdi yapın.
Yoksa yarın çok geç olabilir,
Ki maalesef gidişat da oraya doğru…
 


 
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.

OGÜNhaber