Kavak ile Kabak…

Kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş.
Bahar ilerledikçe kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisi ile müthiş hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş.
Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
- "Sen kaç ayda bu hale geldin..?"
- "On yılda"
demiş kavak.
- "On yılda mı…" diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak. Sonra da;
- "Ben neredeyse 2 ayda seninle aynı boya geldim, bak..." diye böbürlenmiş.
Neyin ne olduğunu ve olmadığını iyi bilen, hızlı büyümenin bedelini öngörüp zevalinin de aynı hızla olacağını deneyimlemiş olan kavak;
- "Doğru" demiş “doğru”…
Sonra, günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak önce üşümeye, sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış.
Kavak sessiz ve soğukkanlı…
 Kabak, sormuş endişeyle kavağa:
- "Neler oluyor bana…?
- "Ölüyorsun"
demiş kavak.
- "Niçin?" demiş kabak.
- "Benim, 10 yılda geldiğim yere 2 ayda gelmeye çalıştığın için…"

Asansörle çıkarsan asansörle inersin.
Emeksiz gelirsen, mevsimlik olursun.
Nereye uyarlarsan uyarla; hap gibi fıkra…
Kavak mı olmak istersin yoksa kabak mı..!

Her Şey Allah'tan…

Bektaşi'nin biri her gün kasabada; "Her şey Allah'tan, Her şey Allah'tan" diye mırıldanarak dolaşır dururmuş.
Bir gün kasabanın serseri delikanlılarından biri yine böyle mırıldanarak dolaşmakta olan Bektaşi'ye arkasından sessizce yaklaşmış, ensesine okkalı bir şaplak atmış.
Canı fena halde yanan Bektaşi'nin pür hiddet dönüp kendisine ters ters baktığını görünce;
- “Öyle ne bakıyorsun baba erenler demiş, hani her şey Allah'tandı..”
-“Tabii” demiş Bektaşi, “her şey Allah'tan da ben hangi deyyusu aracı ettiğine bakıyorum."

Buna yorum yok.
Ama ders çok…
Allah kimine deyyusluk görevini verir; kimini ise Bektaşi yapar; deyyusa ağzının payını verdirir…

Genel Müdür…

Genel Müdür, öğle arasında yeni atandığı kurumun lokalinde fıkra anlatıyor,  çevresindekiler de kahkahalarla gülüyordu.
İzzet ve azametli, üstün yetenekli, esprili ve herkesçe dinlenen Genel Müdür  kayıtsız kalan birini fark eder ve sorar:
- “Sen neden gülmüyorsun, anlamadın mı espriyi..?”
Aldığı cevap:
- “Ben sizin kurumunuzda çalışmıyorum…”

Eeeee… Kerameti kendinden menkul,
İlk fıkramızdaki kabak gibi Genel Müdür olunursa,
Çalışanlar da söylenene değil söyleyene bakıp;
“Kral öldü Yaşasın Kral…” kabilinden, sevgili genel müdürümüz ağlatsa ağlarlar, gülmekse  de gülerler.
Komik veya dramatik olmaya gerek yok.
Ama biri de çıkar ve “Kral Çıplak” bağlamında; “Ben senin kurumunda çalışmıyorum” der, gerçeği gözüne sokar.

Yoktur Ki…

Bir bilgeye sormuşlar:
- Bir insanın zekâsını nereden anlarsınız..?
- “Konuşmasından”, diye cevap vermiş.
- “Ya hiç konuşmazsa..?”  demişler.
- “O kadar akıllı olabilen var mıdır ki...” demiş Bilge Adam…

Susabilmek, sükutu bilmek, boş konuşmamak…
Büyük maharet; konuşan akılsız olmaktansa;  susup akıllı sanılmak bile…

Lastik…

Belediye otobüsü ağzına kadar dolu,
Yaşlı bir adamcağız ayakta.
Elindeki bastonu otobüsün her kalkışında ve duruşunda kayıyor ve adamcağız düşmemek için olanca gücünü harcıyor.
Bu sırada oturmakta olan gençlerden biri küstahça akıl veriyor:
-Baba, baba, bastonunun ucuna lastik taksaydın kaymazdı..!
-Ah oğlum, demiş yaşlı adam; senin baban o lastiği zamanında taksaydı ben şimdi bu otobüste oturacak yer bulurdum…!

Densiz, patavatsız, saygısız olmak böyle bir şey…
Ama biri de çıkar, ağzının payını verir, yerinden kalkamazsın, böyle işte…

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.

 

OGÜNhaber