Mesela;
Virüs Pandemi'si ve buna bağlı pek çok alanda ortaya çıkan negatif durum,
Ekonomik gidişat,
İşsizlik,
Alım gücünün zayıflaması,
Sosyal ve psikolojik sıkıntılar,
Eğitimle ilgili zorunlu aksamalar ve telafici alternatiflerin yetersizliği,
Vb…..
Hal böyle olunca, siyasi irade ana konu ve esasa taalluk eden bu sorunların halli için zamana ihtiyaç duyabilir.
Ama halkın sabrı da kalmamışsa; farklı siyasi atraksiyonlarla daha popüler, güncel ve şişirme konularla dikkatleri başka yöne çekmek isteyebilir.
Bu durum bir nevi siyasi manevra ve manivela gibidir.
Görüntüsel sorunsal konu üzerinden, bir bardak suda fırtına kopartılır.
Halk konuya odaklanır ve diğer hayati problemler bir kenara atılır.
Ve böylece de, siyasi irade biraz zaman kazanmış olur.
Ama son tahlilde; siyasi iradenin başı olaya müdahil olur ve vereceği talimatla net bir hal yoluna girilir ve durumdan muzdarip kitleler de; "…iyi ki böylesi bir liderimiz var. Hemen devreye girdi, sorunun hallini tesis etti…" gibi, sorundan kazançla çıkılan bir süreç yaşanır.
Bu hal, ahval ve durumu eleştirmiyorum.
Ki, bu haller olagelmiş siyasi refleks, gerçeklik ve realitedir.
Ülkemizde de böyledir, gelişmiş bazı ülkelerde de ve hatta ABD de bile…
Yeter ki; iyi yönetilsin, sorunla sonuç arasında beklenen verimlilik elde edilebilsin; sorundan kaynaklı kronik kırgınlık, kızgınlık ve kalıcı hasımlık gibi onulmaz bir planlama dışılık olmasın.
Önceleri ben de, "İstanbul Sözleşmesi"ne dair tartışmaları, acaba bu minvalde bir gündem mi diye düşündüm.
Ama tartışan tarafların kimliğine bakınca ve kahir ekseriyetin İktidar bileşenleri olduğunu görünce; tartışmaların bir tartıştırma olmadığını, tesadüfî ve gündem değiştirmeci bir amaç içermediğini düşündüm ve gördüm.
Yani İktidara yarar getirmeyecek bir zemin oluştuğunu farkettim.
Ve hatta konuya dair "Köroğlu" müdahalesi geciktikçe; onulmaz yaralar açıldığını, yarılmanın derinleştiğini ve özellikle AK Parti tabanında temel taş ve harç mesabesindeki Muhafazakar kesimin sorunun halliyle bile ve hatta Erdoğan'ın yapıcı ve net talimatı gelse bile, adeta bir yol ayrımına sebebiyet verebilecek niteliğe büründüğünü müşahede ediyorum.
Nasıl ve neden mi..?
Aynı partiye, aynı ideal ve iddiaya, aynı "mefkure, tebliğ ve inanç manzumesine" sahip olanların İstanbul Sözleşmesi üzerinden sarfettikleri söz, beyan ve makalelere bakınca bu kanaate vardım.
Kavgada bile söylenmeyecek sözler,
Düşmana bile edilmeyecek ağır iddia ve ithamlar,
Konunun mecraından saptırılarak getirildiği akla ziyan noktalar,
Sözleşmeyi savunanın da, eleştirenin de referansının "din ve kadın" olması,
Eleştirenlerin bir zamanlar gözü gibi korudukları Cumhurbaşkanı'nı bile görmezden gelerek mücavir alanında yer alan kişi ve fertleri bile şiddetle eleştirmeleri ve hatta toplumsal nazarda asla tasvip görmeyecek felaketlere sebebiyet verdikleri iddiasında bulunmaları…
An itibarıyla bile bu hamur çok su götürdü, götürüyor ve götürmeye devam eder…
Her geçen gün kan kaybı artıyor.
Konunun tartışılması ve halen radikal bir müdahillik olmamasının maslahatını gerçekten anlamış değilim.
Acaba beklemenin ve tartıştırmanın ne esprisi var.
Ben göremedim ve çözemedim.
Halbuki ister "bu sözleşmeyle devam" densin, isterse de "bu sözleşmeden çekildik ama sözleşme kaynaklı 6284 sayılı Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Yasası'nı tüm partilerin mutabakatıyla yeniden elden ve gözden geçireceğiz" densin; parti tabanlı ve muhafazakar kitle endeksli zayiat, kar topu gibi büyüyor ve yeniden yüzyüze bakılmayacak bir noktaya gidiyor…
Anlayamıyorum, aklım almıyor; neden ve ne bekleniyor…
Aslında çözüm çok basit;
Tıpkı bir zamanlar Avrupa Birliği tartışmaları sürerken; "Kopenhag-Maastricht kriterlerini Ankara Kriterleri yapar yolumuza devam ederiz…" diyen Cumhurbaşkanı'mız çıksa ve; "İstanbul Sözleşmesi'nin toplumsal yapımıza, gelenek, din ve aile algımıza uyan kısımlarını alır; hatta şiddetin önlenmesinde daha ileri, Avrupa’ya bile örnek teşkil edecek yasal önlemleri çıkartıp yolumuza devam ederiz…" dese; inanın sorun çözülecek, konu gündemden düşüverecek ve konunun tartışılması/tartıştırılmasıyla oluşacak hasar daha da büyümeden önlenecektir.
Türkiye'nin, halkın, partilerin, iktidarın ve özellikle Erdoğan'ın bu irade ve inisiyatifi ziyadesiyle vardır ve belki de ittifak ve konsensüsün en kolay tesis edilebileceği konu, bu konudur.
Kadına şiddetin önlenmesine dair samimi ve reel öneriye parlamentodaki hiçbir partinin karşı çıkacağını ve partizanca reddiyecilik yapacağını asla düşünmüyorum.
Not: Lübnan'da dehşet yaşandı. Liman patladı. Konuya dair rutin ve inandırıcı olmayan sebepler konuşulurken farklı boyutta iki yangın Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’da yaşandı.
Tesadüflere inanmam demiştim.
Bu felaketlerle ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım ve bu "tesadüfî" olayların tesadüfen olmadığını anlatacağım.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.