Hz. Ömer: "Bilesin ki; Ben Nuşirevan'dan daha az adil değilim…"

Şam…
Hz. Ömer'in halifelik dönemi.
Vali Sad bin Ebi Vakkas, imar ve bayındırlık çalışmaları yapmaktadır.
Bir camiyi genişletmek ister.
Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır.
Herkes arsasının bedelini alır ve gönüllü olarak camiye devreder.

Şam'da yaşayan bir Yahudi'nin de, camiye bitişik arsası vardır.
"Ben vermem" der.
Vali, arsanın değerinden daha fazlasını teklif eder.
Yahudi, "vermem de vermem" diye tutturur.

Bunun üzerine vali arsaya el koyar,
Bedelini de, fazlasıyla adama gönderir.

Yahudi kızgındır,
"Zulüm bu…" der!

Çaresizlik içinde ne yapıp-edeyim derken, Müslüman olan komşusuna da danışır.
Onun söyledikleri kafasına yatar ve doğruca Medine'nin yolunu tutar.

Komşusunun, adaletini anlattığı Halife Ömer'in, derdine çare bulacağına inanmıştır.
Medine'ye varır ve Halifeyi sorar.

Tevazu içinde bir hurma ağacının altında oturmakta olan Ömer'i işaret ederek;
"İşte, Halife budur" derler.
Selam verip yanına oturur. Derdini anlatır.

Adamı dinleyen Hz. Ömer, bulduğu bir deri parçasının üzerine şu cümleyi yazar: "Bilesin ki, ben Nuşirevan'dan daha az adil değilim."
Sonra adama uzatır ve "bunu valiye ver" der.

Yahudi bu yazıyı alır ve Şam'ın yolunu tutar.
Ama memnuniyetsizdir,
Kendi kendine konuşur;
"Bir yanda, hurma gölgesinde oturmuş, mütevazi bir halife ve onun bir cümle yazdığı deri parçası,
Diğer yanda, Şam'da giyim, kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe ile Vali Vakkas…
Hal böyleyken, Şam'daki vali mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı?
Hiç sanmıyorum..." der.

Sonunda Şam'a varır.
İçinden valiye gitmek bile gelmez.
Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir.
Kerhen de olsa valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır.
"Medine'deki halifenin size mesajıdır", der.

Vali mesaj olarak yazılan tek cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir ve adeta titrer.
Sonra başını kaldırır ve; "arsanız size geri verilmiştir" der…

Yahudi vatandaş hayret ve merak içinde;
"Başı sonu tek bir cümle; nedir sizi bu kadar sarsan…" der.

İlk Müslümanlardan ve Hz. Peygamberin de arkadaşı olan Vali Vakkas anlatmaya başlar:
"Bugün halife olan Hz. Ömer'le, İslam'dan önce de arkadaştık.
Bir defasında, yanımıza 200 deve alarak, ticaret için İran'a gittik.
Orada birileri, zorla elimizdeki develere ve paramıza el koydular.
Çok kalabalık ve güçlü bir çeteydi.
Bir şey yapamadık.
Üzgün bir şekilde, kalabileceğimiz bir eski han bulduk.
Han'ın sahibine sıkıntımızı anlattık.

İyi bir insan olan Han sahibi; "gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder" dedi.

Biz de ertesi sabah kralın huzuruna çıktık ve bir mütercim vasıtasıyla durumu anlattık.

Kral Nuşirevan bizi dinledi ve birer kese altın vererek, "memleketinize dönün", dedi.

Han'a geldik.
Doğrusu, bu sonuçtan çok da memnun olmamıştık.
Hancı, bu durumu öğrenince çok üzüldü ve "burada bir hata ve bu işte, başka bir iş var", deyip;
"Beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım" diyerek; bizi tekrar Kral'a götürdü.

Durum, Hancı'nın dediği gibi çıktı.
Kral Nuşirevan duyduklarına şaşırdı ve çok sinirlendi.
Önceki mütercimi çağırttı ve ona sorular sordu.
Bize de bolca altın verdi ve "akşama kadar develeriniz gelecek; develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin" dedi.

"Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın", talimatını verdi.

Bir şey anlamadık ama huzurdan çıktık.
Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi.
Şaşırmıştık…
Durumu anlamak için hancıya, ne olduğunu sorduk.

Hancı şöyle dedi:
"Sizin develerinize el koyan, paranızı gaspeden kişi Nuşirevan'ın büyük oğlu ile veziridir.
Bunlar bir çete kurmuşlar.
Garibanların/yabancıların/kimsesizlerin mallarına el koyuyorlar.
Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış.
O da çetedenmiş ve sizin sözlerinizi Nuşirevan'a yanlış tercüme ederek kandırmak istemiş.
Ben sizinle gidip durumu anlatınca, Nuşirevan bu oyunu anladı.
Ama neden ayrı kapılardan gitmenizi istedi, onu ben de anlayamadım…"

Ertesi gün, ben doğu kapısından çıktım.
Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm.
Sordum; kim bunlar ve suçları ne, diye.
Dediler ki; bunlardan biri Nuşirevan'ın büyük oğlu, diğeri de veziridir.
Bunlar, çete kurup buraya gelen iki Arap'ı soymuşlar.
Hz. Ömer'in çıktığı kapıda ise bizim şikayetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu ve veziri korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük.

İşte, Hz. Ömer senin eline verdiği deri parçasının üzerine, "Bilesin ki, ben Nuşirevan'dan daha az adil değilim" sözüyle, bana bunu hatırlatıyor.

"Halkına zulmedersen, adalet için seni darağacına çekerim" diyor.
Şimdi anladın mı, benzimin neden sarardığını!.."


Kıssa böyle…
Özetle, demek istemiş ki Nuşirevan;
Zulmeden/gasp eden/hak yiyen; oğlum da olsa, vezirim de olsa asla affetmem ve cezasını keserim.

Yanıltan/suçu ve suçluyu gizleyip, korumaya çalışarak adaleti engelleyeni de affetmem ve bedelini ödetirim.

Peki, Hz Ömer; "Bilesin ki, ben Nuşirevan'dan daha az adil değilim" derken, ne demek istemiş;
Anlayan anlamış…

Yani, Hz. Peygamber'in de arkadaşı olan,
Çok eskiden beri, Halifenin dostu olan,
İlk Müslümanlardan birisi olan,
Şam valisi Sad bin Ebi Vakkas'ı titreten Hz. Ömer'den gelen ölüm korkusu muydu yoksa "adalet" mefhumunun yüceliği miydi, bilinmez…
Ama mesaj alınmış…

Ancak, bir şey çok net ki;
Hz.Ömer'in mesajında ve Vali Vakkas'ın Nuşirevan anlatımında var olan en önemli vurgu;
"Adalet/Adalet/Adalet…"

Tıpkı, Hazreti Peygamber Efendimizin;
"Vallahî, hırsızlığı sabit olan Mahzum kabilesinden Fatıma değil, kızım Fatıma bile olsa; ayrım yapmaz ve cezasını verirdim!.." hadisinde buyurduğu gibi…

Son söz;
Allah, herhangi bir idareciye böyle mütercimler ve öylesi çeteler musallat etmesin ve şerlerinden korusun!...


Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.
OGÜNhaber