Bir hukuki karar, tartışma doğuruyorsa…
Ve bu tartışma, siyasileşiyorsa;
Bunun toplumsala sirayet etmemesi ve ayrışmayı artırıcı, kutuplaşmayı tetikleyici boyut kazanmaması mümkün değildir.
Hal böyleyken; bu durum kimin işine yarayabilir..!
Hukuki karar alan müessesenin mi.? Hayır…
İktidarın mı.? Hayır..
Muhalefetin mi.? Hayır..
Toplumun mu.? Hayır..
Ama envai çeşit zararı olur ve ziyana sebebiyet verir…
Son birkaç yıldır böylesi hukuki karar ve ortaya çıkarttığı tartışmaları maalesef bolca görüyor ve yaşıyoruz.
Ceza İndirimi Yasasından tutun da kimi FETÖ kararlarına kadar,
Milli Güvenliği ilgilendiren kararlardan, PKK davalarına kadar,
Barolarla ilgili düşünülen yasal düzenlemeden tutun da, dillendirilen seçim yasası değişikliğine kadar; alınan pek çok hukuki karar ve düşünülen düzenlemelerin ortaya çıkarttığı tartışma başta siyaset olmak üzere; toplumsala inmiş durumda.
Ortalama bir vatandaş bile, yapılan bir düzenleme veya alınan kararı sorguluyor ve hatta hakkaniyetinden kuşku duyuyor ise; işte asıl vahamet budur.
Ve maalesef, doğru veya yanlış; tablo böyle…
Bu inançsızlık ve hakkaniyete olan kuşku öyle bir şeydir ki; açık, aleni ve objektif şekilde hakka, hakikata ve hukuka uygun bir karar bile alınmış olsa; kahir ekseriyet soru işaretleriyle bakar ve “acaba bunun da arkasından ne çıkacak” istifhamı oluşur.
Hukuk kurumunun adaleti, zarar görür,
Siyasete güven, iyice azalır.
Milletin, devlete inancı daha da sarsılır..
Son tahlilde; devlet algı ve olgusu zedelenir; "şeriatın kestiği parmak acımaz" sözü bile önemsizleşmeye başlar.
İşte o zaman toplumda taraf olmak veya olmamak gibi oldukça tehlikeli bir saflaşma, taraflaşma ve cepheleşme başlar.
Bu noktadan sonra "doğru ne yanlış ne, haklı ne haksız ne" önemsizleşir.
"Hukukun aldığı karar mı, yoksa karar'ın aldığı hukuk mu" diye düşünülmeye başlanır.
"Adaletin hukuku mu, yoksa siyasetin adaleti mi" şeklinde oluşacak tehlike, derin bir girdap gibi, kurt kapanı gibi bir dip dalgaya dönüşür ve toplumu derinden derine ve hatta görünürleşerek kemirmeye başlar.
Ne yazık ki bu an; toplumsal kazanımların, hukuki objektiviteye inancın, siyaset kurumunun ve en nihayetinde devlet otoritesinin sarsılmaya ve kaybedilmeye başladığı andır.
Bu hata ve tartışmaların sonucunda Kaftancıoğlu'nun, İmamoğlu'nun, Demirtaş'ın veya bilmem başka kimin, "inat da bir murattır" kabilinden "hukuk mağdurlarına ve yeni nesil kahramanlara" dönüştürüldüğünü görürüz.
Bu tarz tutarsızlık içeren kararlardan cesaretle 17-25 ve 15 Temmuz sonrası FETÖ terörüne dair haber yapan bazı gazete ve internet sitelerine FETÖ'cülükleri bilinen veya mahkemelerce tescillenenlerin davalar açtığını duyuyorum.
Çünkü hukuki kararların tartışma konusu haline gelmesi; bunların, tam da istediği zemini oluşturdu.
Hatta "bakın, görün alınan kararları. Adil ve adaletsizlikleri görün. Bugün bile alınan kararlar böyleyse bize yapılanların ne kadar haksız ve yanlış olabileceğini siz düşünün" gibi argümanlarla cesaret kazanan ve bugüne kadar sesleri çıkmayan FETÖ mensuplarının gizlendikleri yerden çıkarak kontratağa geçmelerine de fırsat oluşturulmuş oldu.
Tehlike büyük, hem de çok büyük.
Tehlike, güncel hukuki kararların tartışılmasından öteye geçti.
Herkesin ama herkesin; devletin en üst merciinden, toplumun en alt ferdine kadar, çok ama çok dikkat göstermesi, itina ve imtina etmesi ve derin tehlikenin mutlak farkına varması gereken bir noktadayız.
Yoksa hukukla başlayan bu tartışma dalgası, büyür büyür büyür ve hepimizi yutar.
Tartışmadan, yarar/fayda sağlayabileceğini düşünenleri bile…
Verdiği/vereceği oyu söylemekten çekinenler…
Yirmi kişi bir masa etrafında…
Kim, nereye oy verdi diye bir konu açılır.
Yirmi kişinin on sekizi, AK Parti'ye oy vermediğini söyler.
Halbuki yarısı oyunu AK Parti'ye vermiştir.
Verdiğini söylemeye korkar.
Mahalle baskısı vardır, çünkü.
2011 yılına kadar durum aşağı yukarı böyleydi.
Şimdi aynı tablo yaşansa;
Aynı durum tersine cereyan edecek.
Neden.?
Ne yazık ki; korku tersine dönmüş halde.
Bu tespite hemen tepki gösterip; "yok be arkadaş, yok be.! Ne korkusu, kim kimden korkuyor" gibi söylemlerle karşı çıkanlar olacaktır.
Hatta sövenler bile…
Lakin şu veya bu şekilde; bu durum bir realite. Ben acı, acıtıcı ve görmezden gelinen de olsa; bir gerçekliğe vurgu yapıyorum.
Belki böylesi bir durum vardır veya yoktur ama bir söylentinin "şüyuu vukuundan beterdir" derler ya; şuanda geldiğimiz nokta ve yaşanan gerçeklik tam tamına bu.
İster bana kızar savunmaya geçersiniz, ister soğukkanlılıkla okur, anlar, dinler ve tespitimin psikolojik arkaplanını irdelersiniz.
Bana kızar, sitem eder hatta celallenebilirsiniz. Bu bana bir şey kaybettirmez ama kimseye de bir şey kazandırmaz.
Ama sözlerime kulak asıp "işin aslını astarını, neden'ini niçin'ini, bu tespitlere neden olan realite veya şehir efsanesini araştırır, soruşturur ve bu hali ortadan kaldırmaya çabalarsanız; siz kazanırsınız, parti kazanır, iktidar kazanır, devlet kazanır…"
Olayın bir diğer veçhesi; Mutsuz Muhafazakarlar…
AK Parti Kitlesi içinde bir kesim var ki; bunlar iyice mutsuz.
Bu kesim için, CHP'ye oy vermek çok ama çok zordur.
MHP'ye verse, bir farkı olmayacak.
Alternatif ne..?
Yoktu…
Ama şimdi.? Sanki o alternatif oluşuyor…
Önümüzdeki kesitte siyasetin kaderini "mutsuz muhafazakarlar" belirleyecek gibi.
Nasıl mı.?
Bu kesim sadece kendi arasında konuşuyor.
Hala, kol kırılır yen içinde kalır yaklaşımında.
Ve aşikare şikayetlenmeyi kendine yediremiyor. Ulu orta eleştirmeyi sevmiyor.
Ama gidişattan dolayı, sıkıntılı ve gergin.
Her an, tercih değiştirmeye teşne vaziyette…
Önümüzdeki günler çok şeye gebe.
Eğer iktidara destek veren bu "mutsuz muhafazakarlar" tatmin olamazsa; -ki, olacak gibi de görünmüyor- siyasi tablonun seyri epeyce değişecek gibi…
Bir zamanlar AK Parti Başakşehir ilçe yönetiminde de görev almış Gazeteci-Yazar Mustafa Sabri Beşer'in şu sözleri bu "mutsuz muhafazakarların" reel ve an itibariyle düşünsel mutsuzluğunu ve geldikleri nostaljik hal ve müzmin umutsuzluğu gözler önüne seriyor.
"Türkiye'de yaşayan mütedeyyin ve muhafazakârlar olarak kafamızı duvarlara vuracağımız zamanlar geldi de geçiyor bile."
Oysa ülkemizde yaklaşık 20 yıldır dini hassasiyetleri olan bir iktidar hüküm sürüyor!
Bazen "Keşke Müslümanlar iktidara hiç gelmeselerdi" dediğim zamanlar oldu.
Bu keşke’lerime bir yenisini eklemek istiyorum:
Keşke "yeni bir 28 Şubat daha yaşasak!" da dini değerlerimize yine eskisi gibi sahip çıkarak kenetlenebilsek…
Galiba ayak sesleri de yaklaşıyor!"
Son olarak; bu yazıyı neden yazdım:
Amacım birini övmek, başkasını yermek, birilerini zemmetmek değil.
Sadece tespit…
Bir söz var;
"Ol mahiler ki; derya içredirler, derya nedir bilmezler"
Bu söz bağlamında; ne yazık ki pek çok AK Parti'linin tehlikenin farkında olmadığını veya gözünü kapattığını veyahut da umursamadığını görüyorum.
"Erdoğan düşünsün veya Erdoğan nasılsa düşünür veyahut da Erdoğan nasılsa şapkadan tavşan çıkartır" rehavet ve kafasındalar.
Hal böyle olunca; melal ve ıstırabı bilen birisi olarak acı tespitleri paylaşmak zorunda kaldım.
Yazımın, başkaca bir amacı ve sonucu yoktur.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.