Darbe veya Muhtıraya zemin mi hazırlanıyor…
Yoksa zemin, Darbe ve muhtıraya hazır mı…
Her ne kadar bazı benzerlikler gösterse de her devrin, dönemin ve ülkenin konjonktörü farklıdır.
Ve her darbenin nedenleri içinde biri veya ikisi vardır ki; ana sebep olarak hep karşımıza çıkar.
Ama bazı nedenler de vardır ki; bir darbenin ana nedenleri arasında olsa da sonraki dönemlerde önemini yitirir ve basit bir sorun olarak bile görünmez.
Ama hemen her darbede;
Kötüye giden ekonomi,
Yani hayat pahalılığı,
Yani tencerenin durumu,
Yani alt gelir grubunun artışı, orta direğin gün be gün azalması ve üst gelir grubunun orantısız ve devlet imkanlarından istifadeye dayalı büyümesi,
Yolsuzluk, kayırmacılık ve buna paralel olarak yasaklarda artış,
Siyaset kurumunun halktan kopması; milletin dertlerine deva olmaktan uzak, suni gündemlerle tabandan kopuk, havanda su döver hale gelmesi,
Toplumsal fay hatlarının keskinlemesi, toplum-devlet arasında mesafe oluşması ve yaşanan bazı olayların genişleyerek hemen herkese dokunan negatif sonuçlar doğurmaya başlaması,
Adalet duygusuna inancın erimesi; hukukun, kanundan ibaretleşmesi,
Uluslararası konjonktörün darbecileşmesi; müdahalenin ülke yönetimlerini değiştirmede kullanışlı bir yol ve yöntem olarak düşünülmesi,
Küresel Hakim’lerin bölgesel denklemlerinde mevcut yönetimlerle çalışılamayacağına dair kanaat oluşması,
Uluslararası arenada yalnızlaşmak ve/veya yalnızlaştırılmak/yalnızlaştırılmaya çanak tutucu politikalar içinde olmak,
Tüm bu gelişmeler cereyan ederken iktidar sahiplerinin kötü gidişata çare olacak radikal ve yapısal adımlar atmaması, altından kayan zemini farketmeyip, rehavet içinde sağırlaşması,
Ve ağıza alınmaması gereken "darbe olabilirliğinin" veya "darbe olur mu" sorusunun konuşulmaya başlanması…
Daha pek çok neden zikredilebilir ama ilk akla gelen ana nedenleri dile getirmeye çalıştım.
Kişisel olarak darbenin her türüne karşıyım ve hayatım boyu da karşı oldum.
Bu yanım ve yapımdan dolayı pek çok sıkıntı ve mağduriyet de yaşadım. Ama darbelere dair anti fikrim hiç değişmedi, değişmez ve değişmeyecek de…
İktidarların mutlak ve mutlaka seçim, sandık ve halkın kararıyla değişmesinden yanayım.
Yukarıdaki dile getirdiğim nedenler ve bugünün Türkiye’sine dair durum değerlendirmesi ve tespit yapacak olursak; kaygı ve endişe duymuyor değilim.Her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanının deneyim ve liderliğiyle darbeye yol açacak rehavet ve sağırlaşmaya meydan vermeyeceğine inanıyor olsam da;
Ülkede hakim olan gergin, kırılgan ve agresif toplumsal psikoloji,
Düzelen verilere rağmen halkın yaşadığı hayat pahalılığı-geçim derdi,
15 Temmuz Darbe girişimi sonrası yapılan FETÖ mücadelesinde ortaya çıkan karmaşıklığın sosyolojik kırılmaya doğru yol alması ve dolayısıyla devlet-millet ilişkisinde duygusal kopuş,
İktidarı doğuran konjonktürün ortadan kalkması, yeni bir yaklaşım ihtiyacı oluşması ve henüz iktidarın buna karşılık veremiyor olması,
Ne yazık ki; karşıyız iddiasıyla yola çıkılan “yolsuzluk,-yoksulluk-yasaklar”ın, bugün iddia edenlerce yapıldığına dair söylemlerin ayyuka çıkması,
Devlette kurumsal yıpranmalar ve kurumlara güvenin azalması,
Muhalefet ve muhalif seslere karşı orantısız tepki, kamusal güçle uygulanan katı ve hukuki olmayan kanunî yöntemler ve
Cumhurbaşkanı’na rağmen kişilik suikastları, itibarsızlaştırma gibi linç girişimleri,
Ve de, olmadık yerde ve zamanda, umulmadık kişilerde, gazete köşelerinde, tv yorumlarında Mısır-Sisi benzetmeleri, Rand Corperation’un Türkiye Raporu ve bunların muhtemel realizasyonu, Küresel Hakim’lerin artık Cumhurbaşkanı’nı istemediği gibi niyet okumalarını işitmek, okumak ve konuşulması bile kaygılarımı artırıyor.
Hal böyleyken iktidara yakın kimi kaynakların özeleştiri söylemleri de aslında durumun pek de iç açıcı olmadığını, maalesef gösteriyor.
Kaldı ki bu eleştirileri yapanların yeniye kadar iktidara koşulsuz destek verdiklerini de düşünürsek; geldiğimiz noktada yaptıkları eleştiriyi ciddiye almamak ve işaret ettikleri handikapları görmezden gelmek ve o insanların objektivitesine insafsızlık olur.
Mesela Abdurrahman Dilipak…
Neredeyse son beşyıldır övücü yazılarında bile dile getirdiği ikaz, uyarı ve feryadı nasıl görmezden gelebiliriz.
Darbe içerikli yazı, söylem ve yorumların yapıldığı bugünlere de lakayt kalmıyor ve iktidara dönük tespit, tenkit ve uyarılarını kaleme almaya devam ediyor.
12 Şubat tarihli yazısındaki şu kısım oldukça manidar değil mi..;
“İktidar ve servet bizi dönüştürdü. Makam ve şöhret başımızı döndürdü
Yılların açlığı ile saldırınca bir anda başka bir kişiliğe büründük.
Güç ve iktidar bizdeydi, kim hesap sorabilirdi bize!
Uyarılara önce kulak tıkadık, sonra konuşanları susturmaya kalktık.
Yola çıktıklarımızla yolda bulduklarımız yer değiştirdi.
Mukadder olan sonuç ise bugün başımıza gelenlerdir.”
Ve devam ediyor Dilipak;
Peki şimdi ne yapmak gerek:
Yerel yönetimler seçimini kaybettiğiniz gün verdiğiniz sözü tutun.
Siyasi ve bürokratik kadrolarınızı yenileyin.
Ama çok geç kalındı. Bunun bir faturası olacak.
Ne kadar gecikilirse bu işin bedeli o kadar ağır olacaktır.
Umarım ve inşallah “darbe” içerikli söylenenler, bir söylentiden ibaret kalır.
Ancak ben, 2020’den endişeli ve tedirginim.
Umarım yapılacaklar ve yapılması gerekenler konusunda gecikilmez ve telafisi mümkün olmayan ağır bedeller ödenmez.
Yoksa kendi cehennemimizin kaldırım taşlarını kendimiz döşemiş oluruz.
İşte o zaman herşey için çok geç olur…
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.