Bu şebekelerin son günlerini yaşadığını biliyorum ancak, yine de bu günün daha yakın olması için herkesi uyarma görevimi bir kez daha yazarak yapmaya çalışıyorum.
İnsan hayatında çok kritik dönemler olur. Bu dönemler zordur, çetindir, meşakkatlidir. Bu dönemler insana gerçek dostu ve düşmanı gösterir. Kimler iyi gün dostlarıdır, kimileriyse zor zamanlarda dik durup, dosthane elini uzatıp, taşın altına elini sokarak samimi, cesur ve içten “adam”lığını gösterir.
İşte bu dönemlerde anlaşılır; kim gerçek dost, kim riyakar, kalleş ve zoru görünce kaçıp sinen veya karşıt cepheye geçerek içindeki gizli hasımlığı ortaya çıkan…
Devletler de tıpkı insanlar gibidir. Onların da kritik süreçleri, dönemleri ve içinden geçtikleri hassas evreler olur.
Devlet hayatındaki kritik dönemler de ise; kim gerçek vatansever, kim silik, kaçak ve gevşek, kim vatansever görünen hain, kim dost görünen ihanet çetesidir, ortaya çıkar ve anlaşılır.
Ülkemiz de şimdilerde, tıpkı böylesi kritik bir süreçten geçmektedir. Dört koldan ülkeye saldıranlarla son yılların en büyük mücadelesine girmiş bulunmaktadır. Bir yandan IŞİD, bir yandan müzmin ve ülkemizin kan ve can damarını emen kalleş PKK, bir taraftan gövdeye girip içten içe kemiren Müslüman kisveli münafık Paralel Yapı. Tüm bunların üzerine, bu üç büyük düşmanı destekleyerek, maşa olarak kullanıp, ülkemize vurmaya çalışan
ABD’si, Almanya’sı, İngiliz’i, Fransız’ı, İran’ı ve ülkemize dost görünen hasım ülkeler de cabası…
Ülkemiz adeta yeni bir “kurtuluş savaşı” verirken, içimizdeki hainlerden, ihanetlerinden, devletten semirip devlete husumet besleyenlerden ve bugüne kadar rengini belli etmeyip de, bu kritik süreçte maskeleri düşenlerden bahsetmek istiyorum.
Bugünlerde kimliğinde T.C. vatandaşı yazıp ta terörü yaldızlayıp, sahip olduğu medyalarında parlatanların gerçek ihanet kokan yüzünü görüyorum.
Bu ülkede şirketler kurup, devletten ticari işler alıp, devletin gelişmesiyle kendileri de “beş kat” büyüdüklerini söyleyenlerin, buna rağmen utanmazca, ahlaksızca ve kalleş bir kinle, devlete kastedenlerin, teröre verdikleri destekle, içlerindeki husumet ve zehiri kustuklarını görüyorum.
Düne kadar Kürt ve Alevi düşmanlığı yapan, kendini “cemaat, camia, hizmet” gibi, toplum tarafından saygı duyulan kavramlarla özdeştirenlerin, münafıklıklarını, dindar görünümlü dinsizliklerini, Türkiye derken aslında “okyanus ötesi veya güneydeki bir ülkeyi” kastettiklerini içim yanarak ve kanayarak görüyorum.
Ülkemizin en lüks yerlerinde yaşayıp, konformist hayatlarından taviz vermeden, son 13 yılın ekonomik gelişimi sayesinde, “bir eli yağda bir eli balda” olup, melal ıstırap, mücadele nedir bilmeyen, bu toprakların nasıl vatan olduğunun bilincinde olmayıp, umursuzca, fütursuzca, aymazlık içinde, sadece anlık, görüntüsel ve tipolojik saiklerle HDP ve Selahattin Demirtaş gibi bir terör ve terörist savunucusuna aptalca oy verenleri görüyorum.
İçinden geçtiğimiz bu çetin süreçte, siyasi hesaplarla hareket eden siyasileri, siyasi parti liderlerini, millilikten uzak milliyetçileri, halktan uzak halkçıları, dinden uzak dincileri, muhalif oldukları siyasi partiyi iktidardan indirmek için, vatanına kastederek düşmanlarla iş tutanları yüreğim yanarak ve yumruklarımı sıkarak görüyorum.
Vatanperverliklerinden kuşku duymadığım, içlerinde vatan sevgisinden tereddüt etmediğim, insanların rehavetini, nemelazımcılıklarını, aman bananeciliklerini, “terör doğuda ben olduğum yerde rahatım” lakayıtlıklarını, şehit cenazeleri gelince bunu sadece basit bir ah vahla ve sadece evinde çayını yudumlarken TV’lerden izleyişlerini, kaygıyla, endişeyle ve hüzünle görüyorum,
Kendini liberal sanan vatansızları, demokrat sanan kaypak omurgasızları, entelektüel hokkabazları, akademik lafazanları, kendini süslü, afili ve batılı titrlerle pazarlayan tv kanallarının vazgeçilmez abonmanlarını, TV’lerden, gazetelerden aldıkları üç kuruşla sipariş yazılar yazarak, patronun köpeği haline gelenleri, üç kuruşa bilgisini, birikimini ve hatta, ne yazık ki, kişiliğini satanları gördüm.
Hülasa-i kelam; “şerefini şerefsiz, ben ne satanlar gördüm”.
Daha neler görüyorum neler…
Gördükçe yüreğim yanıyor, içim acıyor, dişlerimi sıkıyorum, isyan etmek geliyor içimden…
Sonra; ey sevgili ülkem, ey aziz Türkiyem diyorum…
Sen ne güçlüymüşsün, sen ne büyükmüşsün, sen nasıl bir ulu çınarmışsın diyorum...
Dışarıdaki hasımlar, içerdeki hainler el birliği ve işbirliği içinde sana vuruyor ama sen hala ayaktasın.
Sen ayaktasın, çünkü bu ülkede hala, bu topraklar için canını verenler ve vermeye hazır on binler var.
Bu ülkede hala şehadetin anlam ve önemini, manevi ve uhrevi değerini bilenler var.
Bu ülkede hala vatan olmadan, namus olmaz, din olmaz, aile olmaz, insan olunmaz diyebilenler var.
Kenardan bakıyorum Ey Vatan; düne kadar birbirine hasım olanlar, birbirinin kuyusunu kazanlar, bir diğerine göre diğer uçta konumlananlar; şimdi hepsi bir arada ve birlikte hareket ediyorlar. Bu zıtların hepsi aynı deliğe işemeye başladılar. Bu birbirine benzemezler aynı değirmene su taşımakla benzeşiklik içindeler…
Hepsi aynı “üst aklın” parmağını şıklatmasıyla, birbirlerine görünürdeki husumetlerini bir kenara bırakarak, adeta “ aynı evin itleri” gibi vatanlarına saldıranlarla iş tutmaya başlamış haldeler.
Evet en başta söylediğim gibi görüyoruz ki; devletimizin içinden geçtiği bu kritik ve zor süreç bir turnusol kağıdı işlevini göstermektedir. Herkes eteğindekini dökmekte, maskeler düşmekte ve hain, sinsi, kalleş ve kahpe yüzler, kişilikler ortaya çıkmakta ve ihanetlerini aşikare halde sahaya sürmektedirler.
Ama bugünler geçicidir ve geçecektir. An gelir bugünleri acıyla hatırlarız ve hatıralarımızda kalan ise sadece ihanetler, hainler ve vatandaş olup vatan düşmanlığı edenler kalmış olur.
Bu yüzden de herkese sesleniyorum; bu günler geçicidir, bizler, sizler geçiciyiz. Ama Türkiye Cumhuriyeti payidar kalacaktır. Yol yakınken uyanın ve aklınızı başınıza toplayın. Sizin ihanetiniz sadece sizi helak etmeyecek, yarınlarda sizlerin torunları bile sizin ihanetinizin, utanç damgasını taşıyarak sizlere, sizlerin torunu olduklarına lanet edeceklerdir.
Herkes safını belirlesin; ya devletten yanasın veya terörden…
Ya bu ülkenin vatandaşı gibi davranacaksın veya ihanetin bedelini ödeyeceksin.
Kimse sanmasın ki hain iflah olabilsin.
Olamaz evet hain iflah olamaz, olmaz, olmayacaktır da…
Verdiğimiz bu yeni “kurtuluş savaşı” günlerinde, göstermemiz gereken tavrı çok güzel örnekleyen, Hz. İbrahim’in ateşine su götüren karınca anekdot’unu sizlerle paylaşmak istiyorum;
Kral Nemrud, İbrahim peygamber’in ateşte yakılması emrini verdikten sonra meydan yere odunlardan büyük bir yığın yapılmış. Odunlar tutuşturulmuş.. İbrahim Peygamber’i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış askerler. Atacaklarmış ki Nemrud’un ne güçlü bir kral olduğunu anlasın, görsün, bir daha ona karşı gelmesin İbrahim Peygamber.
Bu sırada bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile koşa koşa gidiyormuş. Hem de boyu göklere varan cehennemi ateşe doğru. Gökte uçan ve gagasında ateşe atmak üzere bir dal parçası taşıyan bir kartal onun bu telaşını görüp sormuş hemen yanına yanaşıp: “Bu acelen niye? Nereye böyle?”
Karınca, “Duymadın mı” demiş. “Nemrud, İbrahim Peygamber’i ateşte yakacakmış. Ateşin olduğu yere su götürüyorum.”
Bu sözleri duyan kartal kendini tutamayarak kahkahalarla gülmeye başlamış. “Sen şu ateşe dönüp bir baksana, ne kadar büyük. Senin bir damla suyun ona ne yapabilir ki?”
Su taşıyan karınca; “olsun” demiş. “Hiç olmazsa safım belli olur.”
Evet… Zaman safların belirlenmesi zamanıdır:
Bugün terör ateşine odun taşıyan “kartal” mıyız, yoksa ateşi söndürmek için su taşıyan “karınca” mı?…
Herkes safını belli etsin ve etmeli..
Yeni Bir Portrede buluşmak üzere sağlıcakla kalın sevgili okurlarım.