Erdoğan’ın yaptığı birkaç görüşme;
—Birinci ve ikinci Özgür Özel Görüşmesi,
—Akşener görüşmesi,
—Bir cinayete kurban giden eski Ülkü Ocakları Genel başkanı Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş görüşmesi.
Önemli görüşmeler mi?
Bana göre, önemlilikten ziyade sıra dışı ve Erdoğan siyasetinin olağan akışına uymayan ve rutin dışına çıkan görüşmeler.
Önümüzdeki günlerde bu tarz olağandışı-taktiksel görüşmelerin devam edeceğini hatta rutin dışı adımların atılacağını düşünüyorum.
Peki neden ve neden şimdi?
Ak Parti, Cumhurbaşkanlığı Yönetim sistemine geçildikten bu yana, yapılan dört seçimdir düzenli bir şekilde oy kaybediyor.
“…Ama Erdoğan kazandı” dediğiniz seçimler de dahil…
Ama bir farkla; hep birinci parti olma özelliği devam etti.
Erdoğan bu oy kaybını görmedi mi?
Tabi ki gördü ve kendince hem önlemlerine devam etti hem de yeni taktiksel değişimlere yöneldi.
Mesela, her seçimde parlamento grubunun üçte ikisini, partinin yönetim ve karar organlarının yarıdan fazlasını yeniledi.
Bakanlar Kurulu’nu siyaset dışı/teknokrat/bürokrat nitelikli kişilerden oluşturdu.
Beklenen iyileşme ve silkiniş olmadı, kan kaybı devam etti.
Ama başarısız ve dağınık muhalefet nedeniyle ve iktidarını koruduğu için, bu durum kayda değer görünür bir etki hissettirmedi.
Tıpkı Osmanlı’da “Duraklama Devrinin” Kanunî döneminde başlaması ama devletin sahip olduğu ihtişam ve kudret nedeniyle bunun pek de fark edilmemesi gibi…
Ne zamana kadar?
Ta ki, 31 Mart yerel Seçimlerinde Ak Parti’nin aldığı ağır hezimet ve CHP’nin birinci parti olmasına kadar.
Yine tarihten örnek verirsek; 31 Seçimlerinin, Ak Parti açısından Osmanlı’nın ilk toprak kaybı olan Karlofça anlaşmasına benzediğini söyleyebiliriz.
Çünkü bu anlaşma ile duraklama devri ve gerileme döneminin başlangıcı artık müseccel hale gelmişti.
Yine soralım;
31 Mart hezimeti olmasaydı Erdoğan bu görüşmeleri yine yapar mıydı?
Bence kesinlikle yapmazdı.
Bir düşünün;
Yıllardır CHP Genel Başkanı ile görüşmeyen Erdoğan, şimdi hem görüşüyor hem de 18 yıl sonra CHP Genel Merkezine iade-i ziyarette bulunuyor.
Sinan Ateş’in katledilmesinin üzerinden bir buçuk sene geçti.
Ama eşiyle olan görüşme şimdi oldu.
Yani yerel seçim sonrası…
(Hakkını teslim etmek lazım; bu konuda Sinan Ateş’in eşinin pes etmemesi ve toplumsal-siyasal muhalefetin de ciddi bir kamuoyu baskısı uygulaması belki de düşünülen rutini bozdu…)
Hepiniz hatırlıyorsunuz,
Akşener-Erdoğan arasında 31 Mart öncesi bırakın görüşmeyi gerginlik politikası zirve yapıyordu.
Bırakın görüşmeyi,
Adeta birbirinin ölümüne aş erir gibiydiler!
Ama görüştüler,
31 mart sonrası ve üstelik Akşener devrik liderken…
Peki, yapılan değişiklikler çare olmadı da o yüzden mi Erdoğan bu görüşmeleri yapıyor?
Demek ki olmamış!
Çünkü 31 Mart hezimeti yaşandı.
Neden?
Arkadaşlar!
Değişiklikle değişim farklı şeylerdir.
Anadolu’da bir söz var: “Yastık değiştirerek kader değişmez” diye.
Bu sözden hareketle; kişiler değiştirilip zihniyet aynı kalmışsa,
Taktik değiştirip ama ana düşünce değişmemişse,
Vitrin değiştirilip, cilalı imajla daha düşük kalite bir vitrin yeni bir şeymiş gibi sunulmuşsa;
Burada bir değişim yoktur ve hatta “ne yapayım; elim kolum bağlı” babında bir acziyet vardır!
Tarihsel örnekten futbola geçerek anlatayım;
Ak Parti’yi, tamamı yerli topçulardan kurulu bir takım gibi düşünün.
Bu takım 2002’de birinci lige çıktı ve bir açılım yaparak, takımın bünyesinde kabul görecek/eksikleri giderecek yabancı topçuları transfer etti.
2010-2013’lere kadar böyle geldi.
2012’de farklı bir strateji izleyerek Hagi (Süleyman Soylu) ve Van Hooijdonk’u (Numan Kurtulmuş),
2023 devre arasında ise Sinan Oğan’ı transfer etti.
Hagi ve Hooijdong kişisel karizmaları ve biraz da Terimvari teknik direktörlük sayesinde takımda kabul gördü.
Allah var; eğreti durmadı/aşı tuttu ve seyirci de beğendi.
Sinan Oğan ise, zaten devre arası transferi olduğu ve rakibe kaptırmamak için alındığı için şampiyon olunmasıyla birlikte esprisi sona erdi.
Aslında o dönemlerde bu transferler bir başarı gibi görünse de/başarılı sonuçlar alınsa da, takım içinde çok sonraları ortaya çıkacak klikleşmenin/gruplaşmanın ve bozulmanın kayda değer ilk habercisiydi.
Doğru değilse neden alındı?
Yönetimsel olarak, o dönemde doğruydu,
Çünkü her şekilde kazanılıyor idi/ezeli rakipler güçsüzdü ve seyirci her şekilde alkışlıyordu.
Bugün sorun nedir peki?
O dönemde daha jübilesini yapmamış ve seyirciyi hala coşturan topçular alıp sağlıklı şekilde takıma monte ederken, bugün seyirciyi küstürmüş/kendi takımında gözden düşmüş/resmi jübilesini yapmış biriyle,
Hele de, ezeli rakip 31 Mart’ta Ziraat Türkiye Kupasında ağır bir hezimet yaşatmışken,
Ve artık takım kadar teknik direktörün iş tutuş şekli de tartışılırken,
Akşener’le görüşmek ve bununla gündem oluşturacağını/seyirciyi heyecanlandıracağını veya mağlubiyet sonrası travmayı teskin edeceğini düşünmek çok ciddi bir yönetimsel hatadır, yanlıştır!
Bir nevi, Antalyaspor’un Balotelli’yi transferi gibidir.
Sonuç:
İlk düğmeyi yanlış iliklersen diğerleri de yanlış gider.
Tespiti yanlış yaparsan, teşhis de yanlış olur ve uygulanan tedavi iyileştirmekten ziyade hastalığı hızlandırır.
Cumhurbaşkanımızın tabiriyle, “metal yorgunluk” düşüncelere/fikir mutfağına/parti teorisyenlerine de sirayet etmişse,
Fikir ve strateji üretmesi gerekenler kişisel imajlarını konsolide etmek için takımdan ziyade, kendine çalışır operasyonel akıl ve algıyla hareket ediyor ise,
Teknik direktör de, sorunu çözmek yerine pansuman tedbirlerle zamana yaymayı tercih ediyor ve bunu bir çözüm gibi düşünebiliyor ise;
Değişim de olmaz,
Tedavi de olmaz,
Kötü gidişat da durmaz,
Hezimet sonrası travma da atlatılmaz,
Tarihsel tekerrür tecelli etmeye başlar!
Son olarak,
Tüm bunları neden ve hangi gözle anlattım?
Arkadaşlar!
Yaklaşık 45 yıldır, aktif/resmi siyaset dışında siyasetin hemen her yerinde bulundum.
Siyasal fetret devirlerinde sorun çözücü olarak bulunmuşluğum dahi olmuştur.
Hangi siyasal hastalığın geçici, hangisinin kronik ve hangisinin organ nakli gerektirdiğini filan çok iyi bilirim.
Arka kapı siyasal görüşme ve kulisleri,
Nelerin vitrine yansıtılması gerekip gerekmediğini,
Atılan hangi adımın nasıl sonuç vereceğini,
Özellikle siyasal kriz anlarında Ankara-İstanbul dehlizlerinde nelerin tezgahlandığını iyi bilen/gören ve gözlemleyebilen birisi olduğumu beni tanıyanlar iyi bilir.
Bu konuda mütevazi olmayacağım.
Tane tane ve yineleyerek diyorum ki; Ak Parti’nin bu kafayla ve devam eden politikayla attığı ve atacağı hezimet giderici adımlar/taktikler ve planlar, yeni bir diriliş/şahlanış ve “Yaparsa yine Ak Parti yapar!” algısını canlandırmaz ve seyircinin eski günlerdeki heyecanını uyandırıp “Nerede Kalmıştık!” moduna sokmaz.
Çünkü nedir?
Aynı şeyi dört defadır deneyip, farklı sonuç almayı beklemek güneşe gözünü kapatıp gece oldu demekten farksızdır. Sadece kendine gece yaparsın!
Bu arada,
Yazımı bitirirken Bahçeli’den bir açıklama geldi.
Oldukça ilginç ve manidar.
Bence Cumhur İttifakı’nın gidişatını etkileyecek bir açıklama…
Erdoğan, ittifak harici parti ve siyasilere ılık ve yumuşak meltem rüzgarı estirirken MHP’den gelen bu açıklama, yumuşak görünümlü/edebi yazılımlı ama son derece sert/agresif ve bence oldukça da kırgıncaydı.
Adeta “…benimleyken nasıl başkalarıyla görüşürsün,
Bir tercih yap; ya benimlesin ya kimle konuşuyorsan onunla…
Bu böyle gitmez,
Konuştuğun ve iade-i ziyarette bulunduğunla beraber olacaksan ol; merak etme kızmam ama sonuçlarına katlanırsın.
Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır!” mealindeydi…
Not:
Kimse kızmasın ve alınmasın,
Bu bir dost yazısıdır,
Dost acı söyler ama doğruları söyler.
Dost, acı gerçekleri ve fahiş yanlışları söylemekten imtina etmez,
Ama doğru bildiği ve inandığıyla!..
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.