Düvel-i Muazzama ve hatta Arap Mahallesi’nin Türk-Türkiye karşıtlığı..

"İstiklal Harbini 'Yedi Düvel'e karşı verdik biz,
Bu milleti 'Yedi Düvel' bir oldu, yenemedi…"
 der atalarımız ve deriz biz…

Peki nedir bu Yedi Düvel..?
"Bütün devletler, herkes, bütün dünya…" demektir.
Her devir ve dehirde Türk-Türkiye-Anadolu düşmanlığı ve husumeti var olmuştur/olagelmiştir.
Coğrafyamızı ele geçirme istek, emel ve çabaları olmuştur/olagelmiştir.

Onlar yani Yedi Düvel, yani Düvel-i Muazzama mihenk taşı ve merkezi Anadolu olan, Osmanlı İmparatorluğunu  paylaşmak için bile, 20-30 yıl anlaşamadılar.

En nihayetinde 1. Cihan Harbi başladı ve her ne kadar "İttifak ve İtilaf" şeklinde cephe oluşmuş olsa da; karşımızdakinin de yanımızdakinin de hedefi imparatorluk topraklarının paylaşılması ve Anadolu'nun ele geçirilmesiydi.

Ki bugün karşımızdaki "Düvel-i Muazzama"ya (Büyük devletler) bakınca Birinci Cihan Harbinde yanyana olduklarımızı da görürüz.

Zaman zaman hakimiyet amaçlı ayrışsalar da; Türk-Türkiye-Anadolu husumet ve düşmanlığında bir anda müttefik olabiliyorlar.

Gelelim bugüne…
Öyle bir hal ve ahval içindeyiz ki; sadece Yedi Düvel değil din, tarih, mazlum oluş, mağdur ediliş, hak ve hakkaniyet bağlamında şeksiz şüphesiz bizimle olması gereken devletlerin bile "ABD-İngiltere-Fransa-Almanya-Rusya-İsrail-Çin-Hindistan"ın, tarihsel söylemle Düvel-i Muazzama'nın yanında yer aldıklarını acı bir şekilde görüyoruz.

Mesela Mısır,
Mesela Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kuveyt, Ürdün, Bahreyn gibi kendini, tarihini, uğradıkları zulmü inkar edip kendi celladıyla aynı safta yer alanlar…

"Tarihin örneğine şahit olmadığı kadar kritik günlerden geçiyoruz.." söylemi her zaman ve her uluslararası krizde "beka" saikiyle dile getirilen bir klişe gibidir.

Neredeyse bazen iç politik hamle, bazen ise siyasi konsolidasyon amacıyla söylenen, bir önerme haline gelmiştir.


Ama bu defa başka bir kavşak ve dönemeçteyiz.
1. Cihan Harbi gibi, Sevr gibi, Lozan gibi ve Sykes-Picot gibi bir noktadayız.
Ve Sykes-Picot’la planlanan paylaşımdan daha beter bir tehlikeyle yüzyüzeyiz.
Sykes-Picot: 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve aynı yılın Ekim ayında Rusya tarafından onaylanan, Osmanlı Devleti'nin Asya ve Orta Doğu'daki topraklarının paylaşılmasını öngören gizli antlaşmadır.

Hatırlarsınız… Sürekli yazdım.
Yeni Dünya Düzeni ve Yeni bir Yüzyıl'ın arifesindeyiz, diye.
Sykes-Picot'a göre bile, çok daha şümullü, geniş kapsamlı, derin, sinsi  hedefi küresel hakimiyet olan ama görünmez hedefinin (bugünlerde iyice görünürleşen donelerini gördüğümüz) ana konusu ve mihenk noktası "Doğu Akdeniz-Anadolu-Türkler" olan 'Post-Sykes Picot'la karşı karşıyayız.

Truva Atları gırla gidiyor,
Arap Mahallesi ihanetleri aleniyet kesbediyor.
Batı zaten bildiğimiz, batı.
Rusya ise tıpkı Çar Deli Petro Rusya'sı.
ABD ise stratejik ortak ama stratejik düşman, stratejik hasım, stratejik bölücü gibi davranıyor.
Düşünsenize; başkanlık seçimine gidiliyor ve birbirine rakip olan Trump da Biden da politikasını Türkiye husumeti ve aleyhtarlığı üzerine kuruyor.

İki rakibin puan kazanmak ve seçimi çevirmek için kullandığı koz aynı; Türkiye karşıtlığı…
Ne garip değil mi; birbirine etmedik laf bırakmayan, bir diğerine her türlü belden aşağı vuruşu mübah gören iki rakibin tek ittifak noktasınınTürkiye düşmanlığı olması…

Fransa ve Macron denen diplomatik cahil ise kendini 1916 Fransa Cumhurbaşkanı Raymond Pioncare sanıyor.

Keza Yunanistan'da bir milim ilerleme yok.

Hala 400 yılı aşkın Osmanlı hakimiyetinde kalmanın hırs, hınç ve ezikliği içinde.
Kendini aslan sanan çakal gibi…
Sizce Ege ve Akdeniz'de Yunanistan kendi öz varlığı ve benliğiyle bize kafa tutabilir mi..
Onlarda o cüret, cesaret ve yürek var mı, sizce…
Ama Fransa denen sömürge ve katliamcı ülkenin Güney Kıbrıs ve Ege'ye, savaş gemi ve uçakları gönderişini görünce; kimin kimle iş tuttuğu, kimin kim adına ısırmaya çalıştığı ve kimin kimden cesaret alıp da diş gösterme cüretinde bulunduğu belli oluyor.

Asla hafife almamalıyız.
Dik, diri  durup, diriliş inancıyla ayakta kalacağız.
Ama "24 saatte Yunanistan'ın işini bitiririz.." hamasetinden uzak; "bunu kim cesaretlendiriyor, bunun hırlamasının ana amacı ne, asıl hedef ne, nereye varmak isteniyor…" gibi; görünmeyeni görmeye odaklanmalı, ona göre konumlanıp gardımızı almalıyız.

Son 250 senesi savaşlar ve parçalanmalarla geçmiş coğrafyamızda rehavete asla yer yok.
Rehavet ve hamaset ölüm getirir.
Dik de olacağız, gerektiğinde dikleneceğiz de; ölümse ölüm. Azdan az, çoktan çok gider. Biz bu "ölüm-varoluş"u yüzyıl önce yaşadık. Hodri meydan.." da diyeceğiz.

Ama akıl ve akılcı, müttefik artırıp karşı cepheyi azaltıcı, konjonktörü iyi okuyarak ve karşıt cephenin ihtilaflarını tahrik ederek; soğukkanlı, sağduyulu ve ince diplomasiyi de asla elden bırakmamalıyız.

Herkesin en büyük hesabının ana konusu biz’iz.

Doğu Akdeniz, Türkiye ve Anadolu…
Böylesi azim, dehşetengiz, hayati ve ölümcül yeni bir Yüz Yıllık kavşaktayken iç ihtilaflara asla vakit yok.

Bu konuda CHP başta olmak üzere iktidar harici tüm partilerin tek ve yek vücut olması, açıklama yapması, iktidar-devletin arkasında olduğunu cümle aleme (Yedi Düvel’e) ilan etmesi vaktidir.

Hatta HDP'nin meclis grubunun bile…
Eğer dedikleri gibi Kürtlerin hakkını savunuyorlarsa,
Eğer söyledikleri gibi "Türkiye Cumhuriyeti Devleti bizimdir ve biz de eşit yurttaşıyız" sözlerini inanarak söylüyorlarsa…

Çünkü maazallah bir darbe, kayıp ve kaybediş yaşanırsa bundan kürtler de zarar görecek ve kimse azade olamayacaktır.
Erdoğan muhalifi, antipatizanı ve müzmin nefretçisi bile olunabilir.

En Erdoğan muhalifimizin bile Türkiye sevgisinden ve Türkiye Cumhuriyeti Devletine sadakatinden kuşkum yok.

Ama emin olun ki şuanda eleştirdiğiniz/eleştirdiğimiz Erdoğan Türk Millet ve devletinin izzeti, menfaati, istikbali ve onuru için, esir olmaması, istiklali ve devletin bekası için, Doğu Akdeniz, Anadolu ve ülkesellik için yapılması gerekeni ziyadesiyle ve en güçlü şekilde dile getiriyor/yapıyor.

Her konuda muhalif de olunsa bu konu mutlak anlamda siyaset üstüdür ve öyle görülmelidir; herkesin, hepimizin ve tüm milletin ortak noktasıdır.

İktidar sevgisi de yergisi de iç siyasetin konu ve gündemidir.
Ama bugün geldiğimiz an, bulunduğumuz nokta Kuvâ-yi Milliye Ruhu ve Milli Mücadele refleksi gerektiriyor.

Bu nedenle ve bu yüzden, yarından tezi yok; TBMM'nde; tüm parti ve vekillerin ittifakıyla yeni, çok güçlü ve tek yürek olunduğuna dair bir açıklama yapılması coğrafya, devlet ve milliyetimiz açısından çok önemlidir.

Keza, başta Kılıçdaroğlu olmak üzere; tüm siyasi parti başkanlarının dahili ihtilaf ve karşıtlıkları bir kenara koyarak bu konuda iktidar ve devletin yanında ve arkasında olduklarını; ama, fakat, lakin'siz şekilde dillendirmesi ve en güçlü şekilde haykırması istiklal ve istikbalimizin gereğidir.

Öyle bir küresel siyaset, sinsilik ve bize yönelmiş husumetle karşı karşıyayız ki; birey ve toplum olarak  her türlü enstrümanlarla birlik-beraberlik içinde, ihtilafsız şekilde topyekün bir karşı duruşla 83 milyon olarak devletimize sahip çıkıp/ölümüne sahip çıkacağımızı tüm alemi cihana haykırmalıyız.

Haykırmalıyız ki; yedi düvel duysun,
Duysun ki; düvel-i muazzama denen küresel jandarma ve kendini dünyanın sahibi sanan, Sykes-Picot artıkları emel ve planlarının bu defa öyle kolay gerçekleşmeyeceğini anlasınlar…

Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.

OGÜNhaber