Bu noktaya gelebilmek büyük başarıdır, zor kısmı bitti ama daha zoru başlıyor…

İşaret fişeğini Bahçeli attı.
Ankara-İmralı arasında heyetler gitti geldi, gitti-geldi.
Yorumlar yapıldı, konuşmayan kalmadı, her şey tartışıldı; kimileri olur kimileri asla olmaz dedi.
Ama sonunda oldu ve Öcalan son derece açık ve net bir şekilde bir çağrı yaptı.
Ben, akademik/sosyolojik/politik/tarihsel irdeleme ve incelemesine filan girmeyeceğim.
Ayrıntıda yatan şeytana filan da itibar etmeyeceğim!
Bahçeli’nin 22 Ekim’de söylediği cümle şu idi:
“Teröristbaşı terörün bittiğini, örgütün lağvedildiğini ilan etsin!”
Bugün Öcalan ne dedi:
“Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.”
İşin özeti tam da budur ve farklıca lafazanlığa gerek yoktur.

Üç yaklaşım tarzından bahsedeceğim:
—Benim yaklaşımım,
—Muhalefetin ve muhalefet yanlılarının yaklaşımı,
—İktidar ve iktidar yanlısı olan yaklaşım.

Benim Yaklaşımım:
Küresel ve bölgesel gelişmeler çerçevesinde ve hatta biraz da zorlamasıyla başlatılan bir sürecin ikinci etabının nihai noktasına geldik.
Geriye doğru bir projeksiyon yaptığımızda takriben 14 Mayıs 2023 seçimlerinden epeyce önce başlamış bir süreç.
İnce ayarlı, son derece hassas ve gizli yürütülen bir miks diplomasi…
Devlet-Öcalan arasında,
Devlet-Öcalan ve Kandil arasında,
Devlet-Öcalan ve örgütün Avrupa kanadı arasında belki de defalarca yapılan görüşmeler sonrasında ortaya çıkan bir mutabıklık.
Eğer Bahçeli bir sabah uyandı,
Bugün böyle bir sürpriz yapayım dedi,
Sonra ise süreç başladı gibi düşünüyorsanız veya tamamıyla iç politik kaygı ve menfaatlenme amacıyla yapıldığını düşünürseniz şiddetle yanılırsınız.
Ki bu konunun hassasiyetini,  24 Ekim 2024 tarihinde “Devlet Refleksi ve Bahçeli…” başlıklı yazımda “Bazı tarihi anlar vardır ki ülkelerin/milletlerin geleceği ile doğrudan ilintilidir. Kişisel çıkarların/iktidar kavgalarının/iç siyasi çekişmelerin çok üstünde ve ötesinde tutulması gereken anlar…” diyerek dile getirmiştim.
Öcalan’ın yukarıda alıntıladığım cümlesine bakınca Bahçeli’nin 22 Ekim’de söylediği cümlenin ezbere veya tesadüfen söylenmediğini çok net görüyoruz.

Aslında bu şu demektir:
Mutabakat görüşmeleri 22 Ekim’den önceki bir tarihte bitirilmiş; 22 Ekim’de ise görünür hale getirilmiş demektir.
Ben “Ama/Fakat/Lakin” demeden, sürece dair geldiğimiz noktayı gayet pozitif ve olumlu bulduğumu söylemeliyim.
Olayların sonuçlarını ve süreçleri etap etap düşünmek durumundayız.
PKK-Öcalan mesajına da bu gözle bakmalıyız.

Öyle görünüyor ki süreç üç etaptan oluşuyor:

—Birinci ve gizli yürütülen etap 22 Ekim öncesi,
—İkinci ve görünür olan, 22 Ekimden bugüne gelen etap,
—Üçüncüsü ise Öcalan’ın çağrısı ile başlayan yeni etap…
İlk etap zordu ama aşıldı,
İkincisi daha zordu ama yine aşıldı,
Şimdi ise en zor etap başladı ve asıl dikkat edilmesi gereken bu süreçtir.
“Yahu, Öcalan örgüte kendini feshet dedi/bitir dedi; bundan daha zoru olur mu?” demeyin.
Çünkü şuana kadarki teorik ve masabaşı süreçlerdi.
Şimdiyse pratik bitiş ve başlangıçların olduğu bir vetireye girdik, giriyoruz.
Tam da bu esnada,
Çomak sokanlar/bariyer koyanlar/ulusal ve uluslararası fitneciler devreye girmek isteyecektir.
Bu yüzden oldukça dikkatli/soğukkanlı ve müteyakız olunmalıdır.
“Çağrı yapıldı ve terör örgütü kendi kendini yok etti” gibi bir rehavete asla girilmemelidir.

Muhalefet Yaklaşımı ve düşüncelerim:
Özellikle CHP’den, daha yapıcı ve daha soğukkanlı bir yaklaşım ümit ediyorum.
Muhalif yazarların kusur arayıcı/ümit kırıcı ve hatta bazılarının başarısızlık temenni eder şekilde sergiledikleri yorum ve yaklaşımlara itibar edilmemelidir.
Muhalif kesimde öyleleri var ki; daha önce görüşme/uzlaşma diyorlardı,
Görüşme ve uzlaşma olunca, bu defa da terör örgütüyle nasıl görüşürsünüz demeye başladılar.
Bu kesimlerin ne partisel ne ülkesel ve ne de barışsal bir kaygıları/endişeleri/melalleri yoktur.
Bunlar için varsa yoksa eleştiri vardır ve hem de kronik yıkıcı bir eleştiri…
Söylemeye dilim varmıyor ama bazıları neredeyse “inşallah Öcalan yan çizer ve beklenen açıklamayı yapmaz” gibicesinden, temenni edecek zihniyetteler!
Özellikle bu tür kişi veya kendine siyaset bilimci diyenlerin, muhalefeti zehirlemelerine meydan verilmemelidir!

İktidar yanlısı yaklaşımlara dair düşüncelerim:

Bu kesime ve özellikle de akîl ve soğukkanlı olanlarına çok iş düşüyor.
Gerek yetkili merciilerde, gerek siyaset cenahında, gerekse de yazar-çizer kesiminde bulunan ve ülkeselliği önceleyenlere…
Çünkü burada da tıpkı muhalif kesimde olduğu gibi sırtında yumurta küfesi olmayıp; boş atıp dolu tutan ve sadece çığırtkanlık yaparak yazarlık/yorumculuk veya siyasetçilik yaptığını sananlar var.
Onlara kalsa “Öcalan çağrı yaptı ve bu iş artık bitti artık!”
Ve onlarda, herkese ve her kesime karşı sergilenen üstenci yaklaşım ve cahilce bir kibir var.
Bu da oldukça tehlikelidir ve şuana dek iyi yürütülen sürecin en tehlikeli figürleridir.
Bunlara fazla paye verilmemeli ve verilen bunca emeğin/yapılan bunca olumlu şeylerin zehirlenmesine müsaade edilmemelidir.

Sonuç:
Önceki açılım sürecinin başarısızlıkla sonuçlanmasından ciddi dersler çıkarıldığını görüyorum.
Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli’nin oldukça başarılı bir süreç yönetimi sergiledikleri kanaatindeyim.
Fakat sürecin mutfağında yer alan isimsizlerin/MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın/Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da oldukça dikkatli/akıllı ve akılcı/derin bir yönetsellikle, gelinen noktaya ciddi katkılar sağladığından kuşkum yok.
Açıkçası, bazı muhalif duruşlar/eleştiriler ve hatta marjinal yaklaşımlar olsa da; ciddi bir toplumsal mutabakat ve benimseyiş olduğunu görüyor olmaktan da son derece memnunum.
Evet,
Bu örgüt, 40 senedir devletimize ve milletimize tarihin örneğine şahit olmadığı zararlar verdi.
Kan döktü, cana kıydı, cinayet ve katliamlar işledi.
Toplumsal ve milli yaralarımızın hala taze olduğunun çok ama çok farkındayım.
Hala acıların ve kinlerin ne kadar canlı olduğunu biliyorum.
Fakat hayat ileri doğru giden bir gerçekliktir.
Geçmişi ve geçmişte yaşanan acıları asla silemeyiz ama geçmişe takılıp kalarak da kronik hale gelmiş sorunları hiç çözemeyiz.
İşte devletin ve devlet adamlığının da farkı burada ortaya çıkıyor.
Bahçeli gibi belki de PKK konusuna en hınçlı olan ve partisel-siyasal ideolojisini milliyetçilik üzerine kurmuş bir liderin, hissettiği derin acıyı içine gömerek süreci başlatmasının esprisi de budur.
Erdoğan’ın, bu örgüte dair gösterdiği keskin ve tavizsiz kararlılığına rağmen süreçle ilgili ortaya koyduğu soğukkanlı ve cesaretli devlet adamlığının temel motivasyonu budur/terörü sonlandırmak ve acıları kesin bir şekilde bitirme sağduyusudur.
Devletler, bazen iki kötüden birini,
Daha az kötü olanı seçmek zorunda kalabilirler.
Devlet adamı olabilmenin en zor yanı da budur ve bazen bireysel tepkiselliğini içine gömerek hatta yönelecek ve yükselecek tepkileri göze alarak adım atabilme cesaretidir.
Eğer ve inşallah, sürecin henüz başlayan üçüncü ve son etabı da planlandığı gibi sonuçlanırsa; yarının tarihçileri bugün alınan ateşten yakıcı ama selamet getiren kararları yazacak,
Süreci zehirlemeye çalışanları/müzmin muhalifleri ve yıkıcı eleştiriden başka bir şey bilmeyenleri ise kimse anmayacaktır!



Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.

OGÜNhaber