Avrupa Birliği…
"Birlik"; adı var kendi yok.
İngiltere'nin AB'den ayrılması ve hele de içinden geçtiğimiz Pandemi'nin ekonomik, siyasi ve askeri etkileri nedeniyle Avrupa Birliği'nin varlığı, dirliği ve özellikle de "birliği" tartışılır hale geldi.
Her kafadan bir ses çıkıyor.
Son yıllarda yönetime gelen milliyetçi ve aşırı sağ iktidarlar Avrupa'nın birliğini dinamitliyor.
Bugün itibariyle bakarsak; Almanya haricinde el avuca gelir bir politika ve stratejisi olan yok.
Ekonomik, siyasi ve stratejik olarak birbirinden kopuklar.
Kaldı ki; bu "Pakt-İttifak-Birlik", bir diğerine yardım edip, destek olacak ve düşeni kaldıracak güçten de yoksun.
Hele de, ABD Derin Devleti ve Londra arasında zirveye ulaşan Küresel Hakimiyet Savaşı'nın ana hedef ve alanlarından birisi olduğunu düşünürsek; günümüz Avrupa'sı kendini idare etmekten, küresel ve bölgesel belirleyicilikten çok uzak.
Türkiye-AB ilişkilerine gelince…Türkiye'nin eksikleri, eksileri, hataları bir yana; ağzımızla kuş tutsak, kanatlanıp uçsak; ekonomik, hukuki ve siyasi bağlamda her türlü şart ve koşulu ifa etmiş bile olsak, bizi bünyeye asla almayacaklardı.
Yok efendim; Kopenhag kriterleriymiş, Maastricht kriterleriymiş, hazmedebilme kapasitesiymiş…
Hiçbir şekil ve koşulda bizi hazmedemeyeceklerdi, edemediler, etmeyecekler de…
Geldiğimiz nokta; anlı şanlı Avrupa Birliği ve Eurozone (Euro Bölgesi)'nun çatırdaması ve son sürat çöküşe gidişi…
Artık yeni bir dünya var ve yeni dünyanın belirleyici yeni kodları oluşuyor.
Avrupa'da bunun farkında olmayan ve hala kendilerini "biricik, medeniyetin menşei ve modernitenin kaynağı" gören narsist, üstenci, küstah ve özellikle de Türkiye konusunda "müzmin defansif" yönetici ve parlamenterler olsa da; arada aklı selimi galip gelen, objektif olmayı tercih eden ve muhtemel küresel tehlikeyi sezebilen Josep Borell gibi siyasetçiler de mevcut.
İspanyol Siyasetçi,
Kendisi Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi.
AP Genel Kurulu'nda düzenlenen "Akdeniz’de İstikrar ve Güvenlik ve Türkiye’nin Olumsuz Rolü" başlıklı oturuma katılan Josep Borrell;
"Türkiye önemli bir ortak, aday ülke ve NATO müttefikimiz. İlişkilerimizdeki mevcut olumsuz eğilimi sonlandırmalı ve tersine çevirmeliyiz" dedi.
Yunan, Kıbrıslı ve Fransızlar olmak üzere değişik siyasi gruplardan çok sayıda parlamenter tarafından "
Türkiye'ye aşırı hoşgörülü davrandığı" gerekçesiyle eleştirildi.
Başta Hristiyan Demokrat, Muhafazakar ve aşırı sağcılar olmak üzere söz alan parlamenterlerin çoğu, Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Libya'da yürüttüğü politikaları sert dille eleştirerek hazım konusunda ne kadar kabız olduklarını gösterdiler.
Türkiye'yi "otoriter rejim" olarak tanımlayan bazı parlamenterler Ankara ile katılım müzakerelerine son verilmesi ve Türkiye'ye AB mali yardımlarının kesilmesi çağrısında bulundu.
Toplantıda oluşan bu tablo bile, sağduyuyu esas alan Avrupa'lı siyasetçiler tarafından bölgesel konularda, sevmeseler bile Türkiye'nin olmazsa olmazlığının ikrar, kabul ve gözardı edilemeyeceği gerçeğinin görülmesiydi.
Ama Borell gibi siyasetçilerin ve Almanya gibi sağduyu sahibi ülkenin varlığı AB-Türkiye ilişkileri açısından oldukça önemlidir.
Düşünebiliyor musunuz; Fransız parlamenter Thierry Mariani, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı "Avrupa medeniyetinin düşmanı" olarak tanımlayabiliyor ve Türkiye'ye karşı etkisiz kalmakla suçladığı Borrell'e "
Tarihte Edouard Daladier ve Richard Chamberlain gibi anılmayın" diye seslenebiliyor.
Lafa bakar mısınız; "Avrupa medeniyetinin düşmanı…"
Bu parlamentere sormak lazım; hangi medeniyet, hangi Avrupa…
Medeniyetten kastınız "deniyet" ise; evet Erdoğan onun düşmanıdır, haklısınız…
Ama Borell gelen tepkileri ve küstah eleştirileri öngörecek akıllı bir siyasetçidir ve hazırlıklıdır.
Kendisini İkinci Dünya Savaşı başlarken Nazi rejimine sessiz ve etkisiz kalmakla suçlanan Fransız başbakanı Daladier ve İngiliz başbakanı Chamberlain'e benzeten Fransız sağcı siyasetçi ve Türkiye'ye hasmane tavır sergileyen diğer parlamenterlere tarih dersiyle cevap verir;
"Sizleri dinlerken bir ara, Türk saldırılarını püskürtmek için Avrupa ordularını seferber eden (Papa) Beşinci Pius Türkiye'ye kutsal ittifak çağrısında bulunuyor sandım.
Chamberlain veya Daladier olma niyetim yok ama Juan d'Autriche (Osmanlı donanmasına karşı kazanılan İnebahtı savaşını yöneten Hristiyan komutan) de değilim" diyerek; tabir caizse herkesin ağzının payını veriyor ve herkesi aklı selime davet ediyor.
Avrupa menfaatlerinin Türkiye ile çatışmadan değil uzlaşmadan geçtiğini söyleyen Borel;
"Biz çatışmayı önlemeye çalışıyoruz. Osmanlı işgaline karşı kutsal bir ittifak oluşturmaya çalışmıyoruz. Uyuşmazlık içinde olduğumuz konuları müzakere yoluyla çözmek için yapıcı bir tavır ortaya koymayı deniyoruz" sözleriyle de; Pandemi sonrası, yeni dünyanın bölgesel realitesini sağırlaşmış kulaklara haykırıyor.
Artık Avrupa'lı siyasetçiler de tehlikenin farkında.
Hatta Borell ve onun gibi düşünüp, önümüzdeki "yeni süreci" doğru okuyabilen pek çoğu da Türkiye'nin başat rolünü şimdiden görebiliyor.
Yakın zamanda benzeri ses ve görüşlerin artacağı kanaatindeyim.
Son yıllarda Türkiye'yi zemmeden ve Erdoğan için "otoriterlik" vurgusu yapanların nasıl bir U dönüşü yaptıklarına şahit olacağımıza eminim.
Borell bunun öncüsü oldu ve gerisi gelecektir.
Avrupa'nın Türkiye gerçeğini kabulü, neden bu kadar gecikti derseniz; son yıllarda Avrupa bir Kaht-ı Rical (devlet adamı kıtlığı) yaşıyor.
Özellikle de, tarih okuması olmadan tarih bildiğini sanan, Avrupa ve Türkiye geçmişine "fransız" kalan, kendi geçmişlerine bile yabancı; kin, nefret ve husumete esir zihinlerle Avrupa'yı Avrupa'ya hapsetmeyi önceleyen, içe kapanmacı siyasi figürlerin yönetime geçmesi bu kıta ve birliğin en büyük şanssızlığı oldu.
Allahaşkına bir bakın…Merkel’den başka kabul edilebilirliği olan başka kim var…
Macron mu, Johnson mu, Mark Rutte mi…
Hatta, isimleri bile bilinmiyor ki…
Hal böyleyken Erdoğan ve Türkiye hazımsızlığı ve hasımlığını anlamıyor değilim.
Kabullenemiyorlar,
Sindiremiyorlar,
Hazmedemiyorlar…
Ama pek şanlı, kutlu ve kibirli Avrupa ne yaparsa yapsın; bir Türkiye var ve var olmaya da devam edecek.
Avrupa'da da, Ortadoğu'da da, Afrika'da da ve özellikle Akdeniz'de var olacak.
Bunu Ortaçağ skolastik bataklığında debelenen bugünkü Avrupalı devletler ve yöneticileri de, Macron gibi Rohtschild piyonu Fransızlar da öğrenecek ve hazmedemeseler de kabullenecek.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.