Hemen her gün çeşitli sorulara muhatap oluyorum.
Ama en çok karşılaştığım ve farklı kelimelerle de olsa hemen her günün değişmez tek sorusu var;
“Ekonomi nereye gidiyor?
Düzelme ihtimali var mı?
Enflasyon gerçekten düşecek mi?
Türkiye’ye sıcak para gelecek mi?
Ekonomi yönetiminin umut içerikli söylemleri gerçek mi?”
Eskiden bu sorular karşısında bu kadar aciz kalmazdım.
Söyleyecek bir şeylerim hep olurdu. Ama artık ben de ne diyeceğimi bilemiyorum ve bazen yapacak bir öngörüm de olmuyor!
Neden?
Çünkü her soru aslında kendi cevabını da içerir.
Aslında bu soruları soranlar da sormuş olmak için soruyor.
Neredeyse herkes adeta kendi içinde oluşan umutsuzluğu teyit etmek istercesine soruyor.
Bu hale nasıl ve neden geldik?
Arkadaşlar!
Eski Maliye Bakanı Nurettin Nebati bir şey söylemişti,
Belki de söylediği en doğru şeydi:
“Ekonomi güven işidir!”
Kesinlikle katılıyorum,
Türk ekonomisine dair her şeyin başı/sebebi ve sonucu tek kelimeyle güvendir.
Güvenin yok olması veya azalması veya artmaması ekonominin en büyük problematiğidir.
Bu öyle bir şeydir ki doğru olana bile inancı yok eder/inançsızlık oluşturur veya en basitinden şüpheye yol açar.
Mesela;
Açıklanan enflasyon rakamları,
Yüz kişiye sorsan sekseni uydurulmuş oranlar diyecektir.
Merkez Bankası açıklamaları,
Yüz kişiye sorsan yetmişi samimi değil diyecektir.
Vergi/tasarruf/israfın azaltılması gibi Maliye politikaları,
Yüz kişiye sorsan yetmiş beşi havanda su dövme/göz boyama diyecektir.
Ekonomik Önlemler Paketi ve reform çalışmaları,
Yüz kişiye sorsan yetmişi oyalama ve günü kotarma çabaları diyecektir…
Güvensizliğe dair bu algı bulaşıcı bir hastalık gibidir.
Ekonominin tüm alt başlıklarına sirayet etmesi kaçınılmazdır.
Ki bunun pratikteki karşılığını ekonomi kurmayları da/ekonomi yorumcuları da/ekonomi bilimcileri de/fabrikatör de/ihracatçı da/esnaf da/pazarcı da ve en nihayetinde emekli maaşı veya asgari ücretiyle mutfak alışverişi yapan vatandaş da, açık ve aleni şekilde dile getirmektedir.
Peki bu neyi doğuruyor?
Fiyatlama alışkanlığının değişmesini/bozulmasını ve hatta yozlaşmasını getiriyor.
Bu neyi/kimi ve ne kadar etkiliyor?
Babasından oyuncak bekleyen çocuğu da,
Mutfağı idare eden ev kadınını da,
Eve ekmek getirecek babayı da,
Emeklinin emeklilik yaşamını da,
Asgari ücretlinin harcama planını da,
Seni de/beni de/onu da; kısaca, herkesi ve hepimizi derinden etkiliyor ve yarına dair korkunç bir öngörülmezlik ve umutsuzluğa sürüklüyor.
Tamam, fiyatlama konusunda ortaya çıkan karmaşada/fahiş fiyatlamada/orantısız artışlarda kimi üreticinin, aracının, stokçunun ve ürün nihai tüketiciye gelene dek var olan aracı unsurların da negatif etkisi ve hatta kötü niyetli davranışlarının etkisi büyük…
Ama tek ve yegane nedeni bu mu?
Yukarıda dile getirdiğim ve hassaten vurguladığım güven unsurunun kaybolmasının ve bunun oluşmasına sebebiyet veren ihmaller/hatalar zincirinin hiç mi etkisi yok!
Bir üreticiye soruyorsun:
—Bu ürüne neden enflasyondan fazla zam yaptın!
Cevap hazır:
Ölçülen enflasyona inanmıyorum ki!..
—Yaptığın zam akaryakıta gelen zamdan veya elektrik fiyat artışlarından daha fazla?
Cevap yine hazır ve yine bir şey diyemiyorsun:
—Elektrik/akaryakıt/doğalgaz’a üç gün sonra yine zam yapılmayacağı ne malum! Her hafta zam yapmak yerine aylık yapıyorum ben de!..
Baktın olmuyor; son bir defa şansımı deneyim diyorsun:
—Ama tüm bunlara rağmen senin yaptığın yine de yanlış ve adil değil!
Adam kızıyor-kükrüyor ve “yanlış olan sadece benim öyle mi!” diye öyle bir tepki gösteriyor ki susup kalıyorsun.
Çünkü “nerem doğru ki!” diyen deve misali aslında ekonomiye dair yanlış politikaları hatta politikasızlığı ve dolayısıyla alınmayan iyi sonuçları düşündüğünde adama söyleyecek bir sözün kalmıyor maalesef!
Arkadaşlar!
Bunları anlatırken amacım sadece tespit.
Yani, ekonomimizin negatif yanları/olumsuzlukları/neden ve nasıl bu hale geldiğimize dair faktörlerle ilgili bir tespit.
Yoksa iktidarı eleştirmek veya yeni ekonomi paketi ve reform diye söylenenleri kötülemek gibi bir düşünce ile filan hareket etmiyorum.
Çünkü bunun ne bana/ne vatandaşa ve ne de Türk Ekonomisine bir faydası var.
Ama eğri oturup doğru konuşmak zorundayız!
Hastalığın hikayesi doğru anlatılmazsa, doğru tespit olmaz, olamaz.
Doğru tespit olmazsa teşhis de yanlış olur.
Teşhis yanlış olursa doğru tedavi hiç mümkün olmaz. Bilakis uygulanan reçete hastalığı daha bir kronik hale getirir.
Sonuç:
Türk ekonomisinin en büyük sorunu, kaybolan güven ve bunun sonucu ortaya çıkan hastalıklı/bozuk/fahiş fiyatlamadır.
Aklınızdan şu soru geçiyor olabilir;
Tamam arkadaş, hastalığı/sorunu anlattın da çözüm nedir ve nereden geçer?
Güvensizliğin panzehiri sahicilik/açıklıktır.
Fedakarlık bekliyorsan önce ikna edeceksin.
İkna etmenin en doğru ve olası yolu da fedakarlığı önce kendinde uygulayarak göstermekten/doğru olmaktan/olanı olduğu gibi ve örtbas etmeden anlatmaktan/hata ve yanlışları itiraf ve ikrar ederek paylaşmaktan geçer.
Peki Hükümet ne yapmalı?
Ama-Fakat-Lakin demeden,
Yaz aylarında baz etkisiyle zaten 20-25 puan düşecek olan enflasyonu, uygulanan politikaların sonucu imiş gibi köpürtmeden,
Ekonomideki kötü durumu, lafı eveleyip-gevelemeden/politik kaygılara kurban etmeden; açık/net ve sade bir şekilde anlatarak,
Ve bu sayede, hiç olmazsa halkın belirli bir kesitini ikna edip çözüme katılımlarını sağlayarak hareket etmeye mecburdur!
Kaybolan güven yeniden tesis edilmeden, bozulan fiyatlama alışkanlığı düzelmez.
Bu düzelmedikçe de güven tesis edilemez.
“Güven kaybı ve değişen fiyatlama alışkanlığı” kısır döngü gibidir ve hastalığın ilacı, sadece ve sadece sahiciliktir!
Hatırlar mısınız;
IMF’den borç aldığımız zamanlarda denetlemek için müfettişler gelirdi.
Hatta Cotarelli diye bir IMF temsilcisi vardı ki adeta Özel Yetkili Maliye Müfettişimiz/bürokratımız gibi olmuştu.
Ama biz ne yapardık; garip bir şekilde onu kandırmaya/harcamaları gizlemeye/çifte kayıtlamalar yaparak onu yanıltmaya çalışırdık!
Şimdi ise devletin elinde ve inisiyatifinde olan sosyal/finansal ve ekonomik verileri halktan gizlemeye veya farklılaştırarak sunmaya çalışarak, bir zamanlar Cotarelli’ye yaptığımız üçkağıt oyununu maalesef kendi halkımıza oynuyoruz!
Yanlış yanlış yanlış!
Dün Cotarelli’yi kandırma çabalarımız yanlıştı,
Bugün de kendi vatandaşımızı yanıltmaya çalışmamız veya yanlış verilerle ekonomiyi düzelteceğimizi veya düzelmeye başladığımızı söylememiz yanlıştır.
İki yanlıştan bir doğru çıkmaz/çıkmamıştır/asla da çıkmayacaktır.
Son olarak;
Yine söylüyorum ki amacım ne iktidarı zemmetmek, ne ekonomi yönetimini başarısız göstermeye çalışmak ve ne de iktidarın başarısızlığını öne çıkartan siyasetler gibi politik mülahazalar içinde ekonomik eleştiriler yapmaktır.
Amacım, kendi ülkesinin ekonomisine üzülen biri olarak; deneyimlerim/gözlemlerim ve öngörülerim ışığında yanlışlarla ilgili doğru tespitlerde bulunarak veya doğru sandırılan yanlışları göstererek belki bir nebze çözüme katkı sağlayabilmektir!
Yazımı iki tespitle bitiriyorum.
Birincisi Keynes’den:
Casino Capitalism’i/Kumarhane Ekonomisi
(Keynes, bu kavramını 1929 Büyük Buhranı’nı değerlendirirken kullanmış)
Hareketliliğin ve belirsizliğin yükseldiği dönemlerde, ekonomi spekülatif faaliyetlere bağlı gelişir ve “kısa yoldan para ile para kazanma” arzusu şiddetlenir.
Hızlı değişimle herkesi yatırımcıya dönüştürür.
Dövize, değerli metallere ve borsaya yönelim yükselir.
Elbette kazanç da elde edilebilir.
Fakat piyasada alınıp satılan varlıkların fiyatları temel değerlerinden kopar, daha çok kâr beklentisiyle şuursuzca elden ele gezer,
Ta ki, bir noktada durum sürdürülemez hale gelene kadar…
İkincisi İktisatçı Mahfi Eğilmez’den:
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde ekonomi politikasında yapılmaması gereken ne varsa, yapmış olmamıza karşın, hala ayakta durmayı becermemiz kayıt dışı ekonominin yarattığı paralel evrenin katkısıyla olmuştur.
İşin en acı yanı ise bugün geldiğimiz aşamada kayıt içi yaşayan insanların kayıt dışı yaşayan insanlara muhtaç duruma düşürülmüş olmasıdır.
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili okurlar.