Almanya'nın soykırım kararı ve lobicilik üzerine..

Tarihsel bir olayın arka planı irdelenmeden, yaşanmış bir olaya dair Alman Parlamentosunun aldığı karar altyapıdan yoksun ve tamamen husumet içeren bir  eylemdir.

Eğer iyi niyetli bir adım olsa idi; önce taraf ülkelerin tarihçileri ve bu konuya dair bilgi sahibi olanların  arşiv çalışmaları sonrasında bir adım atılırdı. Ama Alman Federal meclisi bunu yapmadı.

Ve ne acıdır ki; “Türk kökenli” 11 vekilin de tasarıya oy vermesi olayın en dramatik boyutu oldu.

Merkel, Türk-Ermeni ilişkileri konusunda elinden geleni yapacağını söyleyerek, tasarıya oy veren Alman vekillere tepki gösterilmesini garipsediğini söylüyor. Kendi içinde çelişki barındıran ifadelerdir bunlar…

Sen önce tasarıyı geçir, sonra da bu konuyla ilgili çaba sarf edeceğim de…
Sen nasıl çaba sarfedeceksin  Bayan merkel…
Sen tasarıyı geçirerek rengini belli ettin,
Sen husumetini gösterdin,
Sen önyargını ortaya koydun,
Sen Türk düşmanlığı yaptın,
Sen tarafsızlığını kaybettin…
Şimdi kalkmışın ben çaba göstereceğim diyorsun..
Hadi ordan, hadi ordan….


Senin bu söylemindeki samimiyetsizliğini herkes görüyor, “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözü uyarınca, soykırım yasa tasarısı görüşmeleri ve kabulünde gösterdiğin “şark kurnazlığı” refleksinle bu konuda hiç bir şey yapamayacağını ve hatta doğru ve hakkaniyetli bir adım atmayacak bir zihin yapısında olduğunu gösterdin. Hatta sen bu sonuçtan memnun bile oldun.

Bu yüzden de, şuanda itibaren söylediğin ve söyleyeceğin her sözün  ve atacağın her adımın hiçbir önem ve anlamı olmayacaktır. Bu nedenle boş laflarla hatanı telafi etme gayretin beyhudedir.

Sayın Cumhurbaşkanı’mız “eğer o oylamaya katılıp ikinci red oyu veren de sen olsa idin, senin samimiyetine o zaman itibar ederdim” derken aslında senin samimiyetsiz iki yüzlülüğünü gösterip,  bilgin dahilinde sinsi ve kurnaz bir refleksle bu tasarının çıktığını dile getirmişti.

Üstelik parlamentonun toplam sayısının nerdeyse üçte birinin katıldığı bir oturumda böylesi ahlaksız, cahilce ve aptalca önyargılı bir karar alındı. İşin en trajik yanı da; Cem Özdemir başta olmak üzere diğer  Türk kökenli vekillerin de bu tasarıya olumlu oy vermesi idi.

Hiç birisi Hristiyan Demokrat Birlik Partisi vekili (CDU) Bettina Kudla kadar olamadılar. Bettina Kudla yaptığı yazılı açıklamada: "Diğer ülkelerdeki olaylarla ilgili tarihi değerlendirmelerde bulunmak, Alman Federal Meclisi'nin görevi değildir. Tarihi olayların değerlendirilmesi söz konusu ülkelerin, bu durumda da Türkiye Cumhuriyeti'nin sorumluluğundadır. Söz konusu karar tasarısı, anılan soykırım değerlendirmelerine, örneğin tarihçileri kaynak göstermemektedir." diyerek bu konuda olması gerekenle ilgili herkese ders niteliğinde bir gerekçe dile getirdi. 

Samimi olduğunu iddia eden Merkel’in de Bayan Kudla’nın açıklamalarını iyi okuması, özümsemesi ve objektif hüsn ü niyetin nasıl olabilirliğini öğrenmesi gerekir. Aynı tasarıya önceki yıllarda tıpkı Bettina Kudla gibi gerekçelerini sıralayarak karşı çıkan Türk Kökenli Yeşiller Partisi Başkanı Cem Özdemir’in ince bir kıvırmayla kişisel istikbal hevesiyle “aslından ayrılan haramzade” gibi kendini tekzib edercesine davranışı ise oldukça manidardır. Sayın Cumhurbaşkanı’mızın “kanı bozuk” söyleminin de aslında ne kadar haklı olduğunun göstergesidir.

Aslına bakılırsa bu alınan kararın hiçbir önemi de yoktur. Bizim artık her yıl bu “Ermeni soykırım tasarısı” geldi mi, geçti mi, kabul edildi mi, edilmedi mi… gibi durum ve kaygılardan kurtulmamız gerekmektedir. İsteyen kabul etsin, isteyen etmesin bununla uğraşacak vaktimiz kalmamıştır.Bu olayın “Demokles’in Kılıcı gibi” her yıl başımızda sallanmasını bertaraf edip, alınan kararların bizim için bir öneminin olmadığını tüm dünyaya haykırmamız gerekmektedir. Çünkü başta Alman meclisi olmak üzere tüm Avrupa meclislerinin yaklaşımları da bundan farklı değildir ve zaman içinde olmayacaktır da. Bilmeliyiz ve artık farkına varmalıyız ki; “kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız” Çünkü bu hadise bile “Türkün Türkten başka dostunun olmadığını” bize bir kez daha hatırlatmıştır. Bu tasarının kabulü “Haçlı zihniyetinin” devam ettiğini ve hiç de bitmeyeceğini bize yine ve yeniden göstermiştir.

Bunlara hazırlıklı olmalıyız. Artık dünya yeni bir dönemece girmiş bulunmaktadır. Bizler “Kurtuluş Savaşı Mücadele”mizdeki yeganeliğimizi hatırlamak zorundayız. Çünkü demokrasi, insan hakları, evrensel hukuk vb. gibi süslü laflarla gelen Hristiyan alemi ve özellikle de Avrupalıların, aslında bizi hiç de içselleştirmediklerini ve onların bizi, ezeli ve ebedi hasım olarak gördüklerini hiç unutmamalıyız. Neticede biz farkında olmasak da; onlar için biz Osmanlı’nın torunlarıyız ve dünya için hiç bir devirde önemi yitirilmeyecek tarihi ve coğrafi bir konumda bulunan ülkeyiz.

Ah vah etmekten ziyade akıllı olmak zorundayız. Çağdaş dünyanın argümanlarını biz de kullanmak durumundayız ve artık gecikmeden, hızlı ve cansiperane bir mücadeleye girmenin gerekli olduğu bir süreçteyiz.

Ermeni lobisinin, Yahudi Diasporasının  yaptıklarını çok iyi analiz ederek, örnek edinerek ne yapmamız gerektiğini irdeleyerek, uzun vadeli şekilde hemen yapmaya başlamalıyız. Çünkü bizim elimizdeki doneler ve imkanlar onlardan çok daha fazladır.

Mesela; Almanya’da 3-4 milyon Türk  ve yaklaşık 5-6 milyon Türk olmayan Müslüman yaşamaktadır.İlk etapta hızlıca bu noktadan hareketle, bu ülkede organize olarak startı verebiliriz ve vermeliyiz. Şuana dek ihmal ettiğimiz “lobi”ciliği bu ülkede her boyutla ortaya koymalıyız. Kendi başına oluşan siyasi hareketleri ve siyasal adımları daha bilinçli ve sistematik şekle dönüştürmeliyiz. Mesela; tüm Müslümanların dahil olabileceği nitelikte yeni bir siyasal parti teşekkül ettirerek bununla Alman meclisinde ciddi bir varlık oluşturabilir ve hatta  koalisyonlar ülkesi  olması hasebiyle iktidar ortağı bile yapabiliriz. Bunun için maddi, manevi her türlü destek ve eylemi başlatarak hızlıca adımlar atmalıyız. Almanya’daki sürekli artan bu Müslüman kitleyi organize edebilirlik;  yarınlarda bu ülkede ortaya çıkacak her türlü İslamafobia ve Türk düşmanlığını engelleyecek enstrüman olabilir. Bu hem İslam için hem de ülkemiz için mutlak gerekli bir adımdır.

Bu bağlamda Almanya’da saygınlığı olan dernek, vakıf, kuruluş, oluşum niteliğindeki  birliklerle ve şahıslarla ivedilikle temasa geçilerek yeni bir bilinçli oluşumun temellerinin atılması elzemdir. Bu ülkede İslam olanların teveccühünü kazanmış kişilerin müşterekleri öne çıkartan bir uzlaşıyla bir araya getirilmesi gereklidir. Bu koşulda kurulacak bir partinin % 5’lik seçim barajını aşarak meclise girmesi ve hatta iktidar ortağı olması çok  mümkündür. Böylesi bir çalışma sonrası ortaya çıkacak birlik çok güçlü bir nitelik arz edecek olup; Yeşiller partisi ve Cem Özdemir gibi çizgisi kırık olanlara meydan kalmayacaktır. İşte o zaman bırakın Türk kökenli vekilleri, başka ülkelerden olan Müslüman vekillerin de İslam’ın son kalesi olan Türkiye için nasıl bir “lobi” faaliyetinde olacakları ve başarıya ulaşacakları görülecektir.

Bir sonraki yazımızda buluşmak ümidi ile Allah'a emanet olun sevgili Ogün okurları.
OGÜNhaber