Portre'me kartallar ile ilgili bilgi ile başlayalım ve portremize devam edelim.
Kartallar ömrünü nasıl uzatır?...
Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır.
70 yıla kadar yaşayan kartallar vardır.
Ancak bu yaşa ulaşmak için, 40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek zorundadır.
Kartal'ın yaşı 40'a vardığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir.
Gagası uzar ve göğsüne doğru kıvrılır.Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır.
Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartal burada iki seçimden birini yapmak zorundadır:
- Ya ölümü seçecektir,
- Ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.
Bu yeniden doğuş süreci 150 gün kadar sürecektir.
Bu yönde karar verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yerde, yuvasında kalır.
Bu uygun yeri bulduktan sonra, kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar.
En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler.
Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.
AK Parti de işte tam da bu karar ve özeleştiri sürecinde bulunmaktadır. HDP’nin ve MHP’nin aldığı oyları, CHP'nin başarısız olduğunu filan düşünmeden önce, kesinlikle bu süreci yaşamak zorundadır. Bu süreç zorludur, acılıdır, can yakabilir ama eğer “sen bir kartal isen” ve bu ülke için “savaşın kartalı barışın güvercini” gibi olduğunu düşünüyorsan, bu süreci yaşamak zorundasın. Aksi takdirde sadece geçirdiğimiz 13 yılla övünmekle kalırız.
AK Parti zafer uçuşunu sürdürmek ve yeniden dik, diri ve dirayetli olmak için, bize acı veren eski alışkanlıklarımızdan, geleneklerimizden ve anılarımızdan kurtulmak zorundayız. Artık bir zihni ve nefsi bir muhasebe yapmak zorundayız. Rehavet, hırs, muktedirlik gururu, iktidar ukalalığı vb. gibi bizi biz yapan hasletlerimizi yok eden, zehirleyen, ulu bir çınarı içten içe kurutan haşere misali hastalıklardan kurtulmak zorundayız. İşte bu an, o andır. Bu an’ı asla pas geçmemeli ve bu acı süreci yaşamaktan imtina edip yok saymamalıyız. Aksi takdirde çöküşü önlenemez.
Bu noktada yapılması gereken diğer partilerin sonuçlarına takılmadan, öncelikle kendini değerlendirmeli ve adeta AK Parti'yi “fabrika ayarlarına döndürecek” iç muhasebeyi yapması gereklidir.
Partideki “halka rağmen- halk için” yaklaşımı içinde tavır sergileyen kimi kişi ve kişiliklerin tabandan kopuk ama tabana adeta emreder, hükmeder veya “sahipmişlik gibi” bakmaktan vazgeçmesi ve bu nitelikte olan kadroların ivedilikle gözden geçirilmesi lazımdır.
Yukarılarda, liderin etrafında, parti karar süreçlerinde yer alıp ta, taşın altına elini sokmayan ve hatta süreçte “nutuk atmak, süslü laflar etmekten öteye” geçip sahada çalışmak vakti gelince ortalıkta görünmeyen ve hatta başarı-başarısızlık duyarlılığı olmayanlardan arınılmalı ve silkelenmelidir.
Bu parti “melali” (ızdırab, çile çekmişlik, acı keder) yaşamış, ıstırabı olan bir zihni yapıyla, böylesi manevi ve yürekten kişilerin tefekkürüyle kurulup yola çıktı. Adeta partiyi kuran zihniyet tüm yüreğiyle; “Melali anlamayan bir nesile aşina değiliz” mısrasını tüm yüreğiyle söyleyen, anlayan, bunu yaşayan kişilerdi. Bu hareket; “Kasımpaşa’dan” çıkmakla sembolleşen “Anadoluluk” esasıyla yoğurulan, “gelenek-gelecek”, “yerel- evrensel” uyumu ve imtizacıyla ortaya çıkan, “alaylı-mektepli” omuz omuza olan, hatta bu felsefeyi de “muhafazakar demokrasi” kavramsallaştırmasıyla, adeta özetleyen bir inanmışlık yürüyüşü idi. Necip Fazıl’ın şu beyiti bu felsefeyi çok güzel özetlemekteydi:
Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam,
Alıp beni götürsün, tam dört inanmış adam.
Geldiğimiz nokta da tam da bu ruh, anlayış ve inancın yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacı hasıl olmuştur. Harekete yeni katılıp dahil olanlar, bu felsefeyi özümseyemediler, “yurtdışında eğitim almış, iyi yetişmiş çocuklar” kervana dahil edildiler. Evet, yurtdışı veya yurtiçinde iyi eğitim almışlık çok güzel, ama bir de “amatör ruhumuza” bakıp, burada kendini bulan halk var, Anadolu insanı var, millet var… Halkla aynı dili konuşabilirlik gerekli, mecbur ve mutlaktır.
İşte bu nokta biraz pas geçildi. Çünkü bu toprakların insanı sende kendinden bir şeyleri gördüğü ölçüde seninle olur.
Kendinden bir motif göremezse, karşılıklı bir “yabancılaşma” başlar. Tayyip Erdoğan’la yakaladığı uyumun sırrı burada idi. Çünkü Erdoğan, kendi içinden çıkmış, kendinden motifler taşıyan, refleksleri, tavırları kendi gibi ama kendini aşan şekilde halkın sessizliği'nin dili olabilmiş, onun ezilmişliğinin başkaldırısı olabilmiş, “elitistlere,seçkincilere, bu halka yukardan bakan zihniyete” rağmen halk için diyebilmişlikle, bu halkın gönlünde taht kurmuştu.
Fakat hareketin liderinin bu örnekliği önümüzde iken, liderin etrafını bile, yeni bir kuşak sardı. Parti yönetiminde duyarsızlık, rehavet ve aymazlık baş gösterdi. Sık sık yapılması gereken iç muhasebe ve değerlendirmeler halktan kopuk yapılmaya başlandı. Sahaya inmeden, sahadakilerle ilgili ahkam kesilmeye başlandı. Halkla aynı dili konuşabilirlik azaldı, zayıfladı.
İşte bu noktada “muhafazakar demokrasi” felsefesiyle yola çıkan hareketin muhafazakar ve demokrasi uyumu sarsıldı. Aday listelerinden seçim sürecinde kullanacağımız fikir, söylem, strateji ve çalışmalarımızdaki gayret, azim ve samimiyetteki zaafiyete kadar hemen her safhada bu eksiklikler yaşandı. Gerekli, gerçekçi değerlendirmeler yapılmadan seçmene listeler sunuldu. Seçmenin hassasiyeti, duyarlılığı ve verdiği mesajları görmeksizin, “ belirlenmiş listeler” yapıldı. Daha önce halkın zaman zaman ve kimi yerlerde böylesi “emrivakiye” isyan noktasındaki uyarı mahiyetteki farklı tercihlerini görmezden gelindi, bunları basit bir yol kazaları gibi görüldü. Ama halk sakin, sabırlı ve soğukkanlı dersler verir ki; biz bunları pek de önemsemedik, göz ardı ettik. Ama tüm bunlar ve benzeri aksaklıklar, ihmaller, eksiklikler toplandı toplandı, büyüdü, bardağı taşıran son damla oldu ve sonuç olarak, bu durum 7 Haziran sonuçlarını yaşattı.
Seçim sonuçlarından yola çıkarak “ben dememiş miydim” yaklaşımı içinde değilim, bu hareketi ve ülkemize kazandırdıklarını hayranlıkla izleyen, bu kervana hep destek veren birisi olarak, bunları içim yanarak ama mutlak gerekli olduğu için dillendiriyorum ve söylemeye de devam edeceğim. Çünkü gerçek inananlar övgü kadar yapıcı eleştiriyi de yapmalıdır diyen biriyim. Kim ne derse desin, gördüğüm, gözlediğim, fark ettiğim eksiklikleri, aksaklıkları, yanlışlıkları söylemekten de asla imtina etmeyeceğim. Çünkü bu benim de özeleştirimdir ve herkesin, hepimizin yapması gereken özeleştiridir. Bunu yapmadığımız takdirde gerçeklere göz yumarak yeniden şahlanışa geçemeyiz. Güneşe gözümüzü yumarak gece olmaz, açmalıyız gözümüzü, en acımasız eleştirilerle kendimize dönmeliyiz. Bu süreçte hala kibir, rehavet ve aymazlıkla bu eleştirilerden uzak durup gereksiz olduğunu iddia edenlere rağmen mutlaka bunu yapmalıyız. Bu eleştiriyi yapanlar karalanmak, kötülenmek, istenebilir. Bu durumda bile hayatı gaz vermekle geçen, omurgasız yalakalar, kalbi doğruları söyleyenlerle ilgili, ileri-geri konuşabilir. Ama onlara rağmen, ben bunları söylüyorum ve söylemeliyiz de, bu özeleştiriyi, nefis muhasebesini yapmalıyız da…
Çünkü AK Parti Hareketi bu ülkenin çimentosudur ve yeniden inşa edilen “Yeni Türkiye” restorasyonu “çimentosuz” asla başarılamaz, olmaz, yapılamaz.
Yeniden başlayanlar için “Allah muinidir”, çünkü halis niyetle bir nefis muhasebesidir bunlar… Ümidini hep canlı ve kavi tutan birisi olarak diyorum ki;
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş ,gün batmış, ebed bizimdir.
Tıpkı kartal'ın yaptığı gibi bu “özeleştiri ve değerlendirme” sürecini en objektif, en acımasız ve en radikal şekilde yaşamak zorundayız ki; ulu çınar misali büyüyüp serpilen AK Parti ağacı yeşermeye, serpilmeye ve gölgesinde ülkesini, halkını, Alem-i İslamı daha serin, daha huzurlu, daha güvenli yaşamaya devam ettirebilsin.
Ancak böylelikle, geçmişin gereksiz safrasından kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden doğuşumuzun getireceği olağanüstü sonuçlarından tam olarak yararlanabiliriz.
Ve Binali Kılıç’ın derin anlamlar içeren şiirini paylaşarak -şimdilik- sözlerimi tamamlıyorum;
Dostunu iyi tanı, düşman sokma yanına
Münafıkla dolaşma, yazık olur şanına
Yaban ele yerinme, sahip çık vatanına
Ormandan kaçan ayı, sirklerde şebek olur
Helal kazan malını, dönüp harama bakma
Bildiğinden ayrılma, bilmediğini takma
Azmi ve doğruluğu sakın elden bırakma
Baldan tiksinen arı, boş bir kelebek olur
Binali, yeter kalma düşlerin arasında
Ömür kısa, ecelin kaşların arasında
Seçim yapmak istersen kuşların arasında
Kartallar yüksek uçar, göllerde ördek olur...
Haftaya yeni bir portrede buluşmak ümidi ile sağlıcakla kalın sevgili okurlarım...