Ak Parti Kurucu Üyesi ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli

Gümrük ve Ticaret Bakanımız Nurettin Canikli’yi bundan 15 yıl önce tanımak kısmet oldu. O yıllarda Sayın bakanımızın siyasetle olan bağı da devam ediyordu. Tabi ki o yıllarda Ak Parti Giresun Milletvekili olarak Genel Başkanı olan şimdiki Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'a da son derece bağlı olan biri idi. Tayyip Bey'i hiçbir zaman yalnız bırakmadı. Çizgisini hiç bozmadı iyi günde de kötü günde de hep yanında oldu.

Samimi ve içten bir insan olması nedeni ile ne zaman karşılaşsam herkese yaptığı gibi sıcakkanlı ve insancıl bir eda ile hal hatır sormayı hiç ihmal etmemiştir. Her zaman Sayın Bakanımızda bir Karadeniz insanının mertliği ve sıcaklığını görmem mümkün oldu. Nurettin Canikli Ak Parti'nin kuruluş yıllarında da Tayyip Bey'in yanından ayrılmadı ve kurucuları arasında yerini aldı.

Çevresinde de son derece dürüst ve namuslu bir insan olarak bilinen Canikli, bana göre de Sayın Başbakan'ın en doğru seçimlerinden biridir.

İçi sevgi dolu olan örnek yönetici, devlet adamı, bürokrat ve bakanımız Nurettin Canikli ile ilgili portremize başlayalım…

Nurettin Canikli, 15 Mayıs 1960 tarihinde Giresun Alucra'da doğmuştur. Babasının adı Şevket, annesinin adı Ayşe'dir. İlk ve orta öğrenimini Alucra’da tamamlamış. 1974 yılında Devlet Parasız Yatılı Okulları ( DPYO ) sınavına girerek Giresun İmam Hatip Lisesini kazanarak, orada okumuştur. 1978 yılında ilk tercihi olan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanmıştır.

1982 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Ekonomi Bölümü'nü bitirmiş, mezun olduktan sonra aynı yıl Maliye Müfettiş Muavini olarak görevine başlamıştır. 1985 yılında da yeterlilik sınavını vererek Maliye Müfettişi olmuştur.

Askerliğini yaptıktan sonra 1989 yılında Yüksek Lisansını İngiltere Sheffield Üniversitesi'nde para-banka-finansman alanında tamamlamıştır.

1993 yılında Maliye Başmüfettişliğine atanmış. Ardından da aynı yıl Gelirler Daire Başkanlığına, 1996 yılında da Genel Müdür Yardımcılığı görevine gelmiştir.

1997 yılının ocak ayında, Refah-Yol hükümeti döneminde İstanbul Defterdarlığına atanmış. Hükümetin düşmesi sonucu 1997 Temmuz’unda görevden alınınca memuriyetten istifa etmiştir.

Yeni Şafak gazetesinde 5 yıl ekonomik konularda köşe yazarlığı yapmış. Yeminli mali müşavirlik şirketinin ortağı olarak faaliyette bulunmuştur. AK Parti Kurucu Üyesi olmuş. 2002 yılındaki genel seçimlerde 22. Dönem Giresun Milletvekilli seçilerek aktif olarak siyasete başlamıştır. TBMM Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu Başkanı ve Avrupa Akdeniz Parlamenter Asamblesi Üyesi görevlerini yürütmüştür.

2007 yılında 23. ve 2011 yılında 24. Dönemde tekrar Giresun Milletvekili seçilmiştir. 29 Ağustos 2014 tarihinde, Başbakan Ahmet Davutoğlu Başkanlığında oluşturulan 62. T.C. Hükümetinde Gümrük ve Ticaret Bakanı olarak atanmıştır.

Nurettin Canikli, Hatice Canikli ile evlidir. Dört çocuğu vardır.

Sayın Nurettin Canikli’nin 1999 yılında yaptığımız bir görüşmenin notlarını yazı işleri müdürümüzden isteyerek sizlere iletme ihtiyacı duydum. Sıkıntıların o zaman da bugün de farkında olan sayın bakanımız ülkemizin gelişimi ve değişimi konusunda değerli katkılarına devam edeceğini ümit ediyorum. İşte sayın Bakanımız Nurettin Canikli’nin 1999 yılındaki görüşmemizin özeti;
“Toplum bir bütündür. Toplumda sosyal ahengin sağlanabilmesi için toplum katmanları arasında maddi ve refah düzeyi açısından çok keskin ayrılıkların olmaması gerekir. Bu ayrılıklar varsa o toplumda anarşi, sıkıntı, çekişme hiçbir zaman ortadan kaldırılamaz. Bugün birçok ülkede bu sonuçları görebiliyoruz. Buna en son Endonezya'da zengin Çinlilerle ülkenin gerçek sahipleri Endonezyalı yoksul halk kesimi arasında yaşananlar örnek verilebilir. Bu halk kesimi Çinlilerin sermaye birikimini haksız bir şekilde elde ettiklerine inanıyorlar. Sonuçta bastırılmış bir takım öfkeler müsait ortam bulunca o sermayeye karşı patlıyor ve bir ülke bölünmenin eşiğine geliyor. Tarihte bunun gibi birçok örnek mevcuttur. Sonuç olarak Türkiye'de yoksulluk çok büyük boyutlardadır. Bunun sorumlusu da Türkiye'yi yönetenlerdir.

Toplum bütün enerjisini buna benzer gereksiz şeylere harcıyor. Hastanelerin, okulların, insanların haline bir bakın. Sefalet ve içler açısı bir durumdalar.

Rahmetli Turgut Özal zamanında devletin fakir fukaraya yardım elini uzatması maksadıyla bunun bir adımı atılmıştı. Fak-Fuk-Fon adıyla bilinen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu ilk kurulduğu yıllarda gıda, sağlık gibi alanlarda yardıma muhtaç alilere takdire şayan yardımlarda bulundu. Ancak daha sonra gelen iktidarlar tarafından bu fon amacından saptırtıldı. Şayet bu fon ilk kurulduğu dönemlerde olduğu gibi sağlıklı yürütülseydi bugün Türkiye'de bu problem belli ölçülerde aşılabilirdi. O zaman, vatandaştan da büyük destek göreceği muhakkaktı. Ama maalesef bu sürdürülemedi. Bugün fonun, çok asgari seviyede aktarılan miktarlarla devam ettirilmeye çalışıldığını biliyorum.

Kişisel bazda değil ama Türkiye genelinde değerlendirme yaparsak Türkiye toplum olarak bir tüketim çılgınlığı yaşıyor adeta. Türkiye bugün kazanmadığını yiyor. 100 milyar dolara yaklaşan dış borç... 34 milyar dolara yaklaşan iç borç... Tüm bunlar Türkiye'nin dışarıya borçlandığını, üretmediği ve hak etmediği halde korkunç bir şekilde tükettiğini gösteriyor. Osmanlıların son dönemlerinde de bu politikalar Batılılar tarafından bize enjekte edilmişti. Tabi o zamanlar kullanılan araçlar farklı olmuştu. Belki o zamanlar direkt müdahalelerle sonuç alınabilmiştir. Osmanlıların son dönemlerinde ithalatın artırılması, ihracatın azaltılmasına yönelik politikalar uygulattırılmıştır. Tabii bunun nedeni çok açık. Sanayi devrimi ve üretimde makineleşmeye geçilmesi ile beraber başta İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde büyük bir üretim fazlası meydana gelmiştir. Kurulan fabrikaların ayakta kalabilmesi ve üretilen sanayi ürünlerinin pazarlanabilmesi hayatî bir önem taşır hale gelmiştir. Dolayısıyla bu ürünlerin farklı pazarlara gönderilmesi gerekiyordu. O dönemde Osmanlı da son derece iyi bir pazar durumunda idi. Avrupalılar açısından doğru olan politikalar sonucu Osmanlı gümrük duvarlarını indirmek zorunda kalmıştır. Ayrıca öyle bir yapı oluşturulmuş ki ihraç edilen mallardan vergi alınmış ama ithalata ise herhangi bir kısıtlama getirilmemiştir. Sonuçta el tezgahları kapanmış ve zarar gören yerli sermaye olmuştur. Bugün yapılan ondan farklı bir şey değil. Değişen yalnız araçlar oldu.

Bugün yanlış uygulanan kur politikaları sonucunda ithalat sürekli artarken ihracatımız düşmekte. Bunun neticesinde de borçlanmalar meydana gelmekte. Yanlış hatırlamıyorsam Türkiye bu sene 12 milyar dolar dış borç ödedi. Bunun yarısından fazlası da faiz ödemesi idi. Sonuç aynıdır, sadece araçlar değişmiştir.

Bir de kişisel bazda tüketim çılgınlığını körüklemek için kültür ihracı devreye sokulmuştur. Çünkü sonuçta üretilen mal kültürü içerir. TV filminden tutun da giyim eşyasına kadar her mal bir kültürün ürünüdür. O malı üreten toplumun kültürünü yansıtır; onların geçmişinden bir iz taşır. Dolayısıyla kendi kültürümüzün yerine egemen olan batı kültürünün yoğun bir biçimde bombardımanı söz konusu. Tüketim de alt yapısı. İktisadi politikalar da ona göre dikte ettiriliyor. Sonuçta tüketici durumundaki bireyler de o kültürün ürünü olan maddelere karşı bir eğilim içine giriyorlar ve tüketim çılgınlığı ortaya çıkıyor.

Kişi başına düşen milli gelir ortalama bir değeri yansıtır. Üretilen milli gelirin kişi başına bölünmesi ile elde edilir. Dolayısıyla ortalamayı verdiğinden dağılımdaki problemleri yansıtmaz. Hepimiz biliyoruz ki Batı illeri ile Doğu ve Güneydoğu illeri arasında on kata kadar varan gelir farklılıkları var. Hem bölgeler arasında hem de kişisel çerçevede büyük uçurumlar var Türkiye'de. Bu rakam ülkedeki gelir hakkında çok genel bir fikir verir. Bu gelirin adil dağıtılıp dağıtılmadığı, yani nasıl dağıtıldığı noktasında bir fikir vermez. Aslında satın alma gücü dikkate alındığında bu rakam 4000'leri geçiyor. Fakat önceki rakamı alsak dahi, şunu söyleyebiliriz: Türkiye en azından sefaletin kaldırılmasına yetecek düzeyde bir gelir düzeyine sahiptir. Türkiye üreten bir ülke. İnsan kaynakları, iklimi, doğal kaynakları verimli olan bir ülke. İnsanları dinamik bir ülke. Özellikle dışa açılmanın gerçekleştiği 80'li yıllardan sonra insanlarımız dışarıya mal satmak için geziyorlar, gidiyorlar, geliyorlar ve çok büyük bir performans sergiliyorlar. Hükümetlerin uyguladığı yanlış para ve maliye politikalarına rağmen, Türkiye'de ekonomiyi iflasa sürükleyen ciddi bir dönem olmamıştır. Bütün olumsuz müdahalelere rağmen ekonomi belirli bir performansla büyümesini sürdürüyor.

Ekonomik olayları demeçlerle yönlendiremezsiniz. Rakamlarla, kamuoyuna olumlu havalar pompalayarak bunları değiştirmeniz mümkün değildir. Birinci gün inandırırsınız, ikinci gün inandırırsınız, üçüncü gün bütün maliyetiyle ortaya çıkar. Türkiye'de şu an enflasyon % 80 civarındadır.”
OGÜNhaber