Böyle başlamıştık bir hafta önceki yazımıza, yazının çok uzun olması sebebi ilede devamını bu yazıya bırakmıştık. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim..
Makâlenin 1. bölümü için lütfen tıklayınız!..
4 KASIM 2014 TARİHLİ YAZIMIZ
Günümüzde FETÖ diye resmi olarak adlandırılan bu terör hareketiyle alakalı
“Üstad” dediğmi bir dostumla sohbetimi paylaştığım söyleşi tarzı
“bir portre” de bugünlere dair ciddi işaretler içerdiği için ilginize sunmak istedim:
Ve Üstad başladı anlatmaya…
Aslında inanın ülkemizde, Cumhuriyet tarihinin en önemli dönemini yaşıyoruz. Zira paralel yapı, aslında Cumhuriyetimizi öyle bir hedef almış ki öncelikle masum ve faydalı bir hareket olarak görünen cemaat; zaman içinde kendi kadrolarını öyle mevkiilere getirmiş ki, aslında MİT Müsteşarımız Hakan Fidan ve özellikle Sn. Cumhurbaşkanı'mız bu felaketi hissedip her şeyi göze alarak bu yapıya dur! diyemese idi; belki 2015 değil ama, 2019'da ülkemiz tamamen paralel yapının diktasına girmiş olacaktı. Sn. Cumhurbaşkanımızın bu dik ve net tavrı, tünelin sonunu görmeye başladığını zanneden paralel yapı için hüsran olmuştur.
“Paralel Oyun”un planı şöyle idi: Önce dünyada özellikle de Türkiye’ye mücavir bölgede Tayyip Erdoğan'ın karizması ve liderliği sayesinde Türkiye'nin yeterince güçlenmesi sağlanacak. Sonra Tayyip Erdoğan’ın kadrolarındaki kendi yandaşları ile tamamen kontrolü ele alınacak ve daha sonra
“dış işbirlikçiler”inin de desteğiyle, Tayyip Erdoğan'a gerçekleştirilecek fiili ve siyasi bir suikastla AKP'yi çökertip iktidar ele geçirilecekti. Zira; Tayyip Erdoğan yaşarken, kendi planlarının yeterince başarılı olamayacağının hesaplarını yapıyorlardı. (Uzun Adam’ın ölümü için düzenlelen beddua seansları da Takdiri İlahi'nin malumudur)
Ancak bu planların gerçekleşeceğinin zaman alacağını gördükleri için dershaneler olayıyla para musluklarının kısılmaya başlanması ve planlarından haberdar olan MİT'i ele geçiremeyeceklerini anlayınca, biraz da panikleyerek; önce bakanlar üzerinden saldırıyı başlatıp, bu saldırının hemen peşinden muhalefet ve sosyal medyayı da rahat kullanabileceklerini düşündükleri için plan değişikliğine giderek, yeni
“Paralel oyun”larını harekete geçtiler. Ancak bu yeni planlar Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın Halk tarafından kucaklanmasıyla bozuldu.
Bu noktada, Paralel Yapı'ya bazı dış güçler, verdikleri sözleri tam yerine getiremediler. Özellikle, ABD bu konuda ikiye bölündü. Merkeziyetçiler ile neo-con'lar kendi içlerinde savaşa girdi. Bu durumda Türk halk'ı kazananı belirledi ve Türkiye kazandı. Şimdi ise, “Paralel yapı” her gün biraz daha çökmenin eşiğine gelmiş durumdadır. Bu konuda geri adım atmayan Tayyip Erdoğan ve ekibi şimdilik savaşın ilk raundunun galibi durumundadır...
Bundan sonra artık mağlup olan taraf teslim olma noktasına gelmiş gibi görünüyor ise de; kanaatimce, esas savaş şimdi başlıyor. Çünkü Sn. Cumhurbaşkanımızın emri ile kurulan özel araştırma komisyonu çalışmalarında, bugüne kadar MİT'in geldiği başarılı noktadan devamla,
“Paralel Yapı”nın varlığının ve planlarının dehşetini, ekonomik, siyasi ve ulusal güvenliğe dair vehametini her gün biraz daha dehşetengiz şekilde ortaya koyuyor diye düşünmekteyim. Benim de edindiğim bazı bilgilere göre, çok özel yetkilerle kurulan bu komisyon yaklaşık 4 ay önce Paralel Yapı'nın finans kaynaklarını kesmek için yola çıktığında, 64 şirket üzerinden inceleme yapmaya başlamış; ancak tehlikenin korkunç boyutu Kamu kurum ve Özel Sektör firmalarının öyle derinlerine kadar ilerlemiş ki; İstanbul boyutunda başlayan bu inceleme, şimdilerde neredeyse yurt genelini kapsayan 1000 adet şirkete kadar uzanmış durumdadır.
Bana göre bu durum, Paralel tuzak ve tehlikenin, en ciddi halkalarından biridir. Bu arada; bu incelemeler sırasında da, işin boyutu, öyle kişi ve ciddi şirketlere ulaşmış ki; önceleri “Paralel yapı'nın" kadroları tarafından bu incelemeler engellenmek istenmiş, ancak yine MİT'in ve bu komisyonun başarılı çalışmaları sayesinde, bürokrasinin etkili noktalarındaki bu “Paralel kadro”lar, titizlikle temizlenmeye başlamış ve çalışmalara sekte vurulması engellenmiştir.
HSYK'daki seçimle gelen final bu kadroların daha da çabuk temizlenmesine ışık tutmuş, halen bürokraside, temizlenmesi gereken ciddi unsurlar var olsa da, panik havasına giren bu kadrolar artık nerede ise, birbirlerini ihbar eder bir panik haline düşmüşlerdir.
“Paralel Tuzak” tehlikesinin başka bir yanı da maalesef, bu yapıyla ilişkiye giren iş, spor, sanat hatta siyaset dünyasından çok tanıdık isimlerin bu komisyonun raporlarını hazırlamasını müteakip, hazırlanacak adli dosyalarda adlarının öğrenileceği bir gerçektir.
Üstad’tan duyduğum kısacık bilgilere göre bile olayın vehametinin maddi boyutu ve dönen dolaplar fırtına öncesi sessizliği andırır bir boyuta ulaşmış haldedir. Yani bundan da şu anlaşılıyor ki; kamuoyu
“Paralel yapı”nın ülkemiz üzerinde oynadığı oyunların sadece %10'unu biliyor durumdadır.
Ama artık
“takke düştü kel göründü” söyleyişi manasında Pandora'nın kutusu açılmıştır, Paralel pislikler ortaya dökülmeye başlamış, dönülmez bir hesaplaşma içeren
“devr-i sabık” sürecine girilmiştir.
Paralel Yapı”nın yarattığı ekonomik ve bürokratik deprem dışında, düne kadar karşı ve kavgalıymış gibi olduğunu gösterdiği Pkk ve diğer terör örgütleri ile de, hatta küçük mafyacıklarla bile ülke düzenini bozmak için, şu günlerde her türlü temasa geçtiği duyulmaktadır. Sanıyorum bu konuda da, hükümet ciddi çalışmalar yapmaktadır.
Evet sevgili okurlar…
“Paralel Yapı”nın ve
“müsteşrik” Dış İşbirlikçilerinin her fırsatta neden Sn.Cumhurbaşkanımıza saldırdığını,
“Paralel Tehlike”nin boyutlarını gördükçe, O'nun içinin nasıl sızladığını anlamakta zorluk çekmiyorum. İşte bu yüzden de; bugüne kadar neden Sn. Cumhurbaşkanı'ı desteklediğim ve bunda gerçekten haklı olduğumu vicdani bir müsterihlikle görebiliyorum. Önemli olan benim haklılığımı görmem değil; önemli olan dünya konjonktüründeki layık olduğu konumuna gelmeye başlayan Türkiye'mdir. Burada hangi görüşte olursak olalım, hepimizin tek aşkı olan Ülkemizin geleceğidir.
Geçmişte de olduğu gibi; ülkemizi içerden ve dışardan yıkmaya çalışacak mihraklar olmuş ve olmaya da devam edecektir. Ancak Türk Milleti'i, daha bilinçli ve şuuruyla buna geçit vermemiş ve vermeyecektir. İşte paralel yapı ve onun destekçileri dış güçler, bunu hesaba katmamış ama Allah'ın izniyle hezimete uğrayacakları gün yaklaşmıştır.
Daha fazla söze gerek olmadığını, düşünerek; dünyada hak ettiği yeri alacak olan Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Ulusu, Kurtuluş Savaşında olduğu gibi bugün de Kuvvayi Milliye ruhuyla dik durup eğilmeyerek yine büyük bir sınav verdi ve geçti. Dün verdiği var olma mücadelelerinden galip çıkan bu necip millet ve ülke; dahili ve harici alçakça saldırılara karşı da galip çıkacak ve kimse Türk Ulusu'nu yok etmeyi başaramayacağını anlayacaktır. İnanın Atatürk'ün dediği gibi bu ulusun muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil kanda mevcut ve bu asil kan dünyada hiçbir ulusta yoktur.
17 EYLÜL 2015 TARİHLİ YAZIMIZ
Ülkemizde yaşanan olağan dışı günlerde ihanet şebekelerinin, ülkem ile savaşını gördükçe içim içime sığmıyor ve hainlerin bu ihanetlerine dur diyebilmek için yazmaya devam ediyorum.
İnsan hayatında çok kritik dönemler olur. Bu dönemler zordur, çetindir, meşakkatlidir. Bu dönemler insana gerçek dostu ve düşmanı gösterir.
İşte bu dönemlerde anlaşılır; kim gerçek dost, kim riyakar…
Devletler de tıpkı insanlar gibidir. Onların da kritik süreçleri, dönemleri ve içinden geçtikleri hassas evreler olur.
Devlet hayatındaki kritik dönemler de ise; kim gerçek vatansever, kim silik, kaçak ve gevşek, kim vatansever görünen hain, kim dost görünen ihanet çetesidir, ortaya çıkar ve anlaşılır.
Ülkemiz de şimdilerde, tıpkı böylesi kritik bir süreçten geçmektedir. Dört koldan ülkeye saldıranlarla son yılların en büyük mücadelesine girmiş bulunmaktadır. Bir yandan IŞİD, bir yandan müzmin ve ülkemizin kan ve can damarını emen kalleş PKK, bir taraftan gövdeye girip içten içe kemiren Müslüman kisveli münafık Paralel Yapı.
Tüm bunların üzerine, bu üç büyük düşmanı destekleyerek, maşa olarak kullanıp, ülkemize vurmaya çalışan ABD’si, Almanya’sı, İngiliz’i, Fransız’ı, İran’ı ve ülkemize dost görünen hasım ülkeler de cabası…
Ülkemiz adeta yeni bir
“Kurtuluş Savaşı” verirken, içimizdeki hainlerden, ihanetlerinden, devletten semirip devlete husumet besleyenlerden ve bugüne kadar rengini belli etmeyip de, bu kritik süreçte maskeleri düşenlerden bahsetmek istiyorum.
Bugünlerde kimliğinde T.C. vatandaşı yazıp da terörü yaldızlayıp, sahip olduğu medyalarında parlatanların gerçek ihanet kokan yüzünü görüyorum.
Bu ülkede şirketler kurup, devletten ticari işler alıp, devletin gelişmesiyle kendileri de
“beş kat” büyüdüklerini söyleyenlerin, buna rağmen utanmazca, ahlaksızca ve kalleş bir kinle, devlete kastedenlerin, teröre verdikleri destekle, içlerindeki husumet ve zehiri kustuklarını görüyorum.
Düne kadar Kürt ve Alevi düşmanlığı yapan, kendini
“cemaat, camia, hizmet” gibi, toplum tarafından saygı duyulan kavramlarla özdeştirenlerin, münafıklıklarını, dindar görünümlü dinsizliklerini, Türkiye derken aslında
“okyanus ötesi veya güneydeki bir ülkeyi” kastettiklerini içim yanarak ve kanayarak görüyorum
Kendini liberal sanan vatansızları, demokrat sanan kaypak omurgasızları, entelektüel hokkabazları, akademik lafazanları, kendini süslü, afili ve batılı titrlerle pazarlayan tv kanallarının vazgeçilmez abonmanlarını, TV’lerden, gazetelerden aldıkları üç kuruşla sipariş yazılar yazarak, patronun köpeği haline gelenleri, üç kuruşa bilgisini, birikimini ve hatta, ne yazık ki, kişiliğini FETÖ’ye satanları gördüm.
Hülasa-i kelam;
“şerefini şerefsiz, ben ne satanlar gördüm”.
Daha neler görüyorum neler…
Gördükçe yüreğim yanıyor, içim acıyor, dişlerimi sıkıyorum, isyan etmek geliyor içimden…
Sonra; ey sevgili ülkem, ey aziz Türkiyem diyorum…
Sen ne güçlüymüşsün, sen ne büyükmüşsün, sen nasıl bir ulu çınarmışsın diyorum...
Dışarıdaki hasımlar, içerdeki hainler el birliği ve işbirliği içinde sana vuruyor ama sen hala ayaktasın.
Sen ayaktasın, çünkü bu ülkede hala, bu topraklar için canını verenler ve vermeye hazır on binler var.
Bu ülkede hala Şehadetin anlam ve önemini, manevi ve uhrevi değerini bilenler var.
Bu ülkede hala vatan olmadan, namus olmaz, din olmaz, aile olmaz, insan olunmaz diyebilenler var.
Kenardan bakıyorum Ey Vatan; düne kadar birbirine hasım olanlar, birbirinin kuyusunu kazanlar, bir diğerine göre diğer uçta konumlananlar; şimdi hepsi bir arada ve birlikte hareket ediyorlar. Bu zıtların hepsi aynı deliğe işemeye başladılar. Bu birbirine benzemezler aynı değirmene su taşımakla benzeşiklik içindeler…
Hepsi aynı
“üst aklın” parmağını şıklatmasıyla, birbirlerine görünürdeki husumetlerini bir kenara bırakarak, adeta
“aynı evin itleri” gibi vatanlarına saldıranlarla iş tutmaya başlamış haldeler.
Evet en başta söylediğim gibi görüyoruz ki; devletimizin içinden geçtiği bu kritik ve zor süreç bir turnusol kağıdı işlevini göstermektedir. Herkes eteğindekini dökmekte, maskeler düşmekte ve hain, sinsi, kalleş ve kahpe yüzler,
“paralel” kişilikler ortaya çıkmakta ve ihanetlerini aşikare halde sahaya sürmektedirler.
Ama bugünler geçicidir ve geçecektir. An gelir bugünleri acıyla hatırlarız ve hatıralarımızda kalan ise sadece ihanetler, hainler ve vatandaş olup vatan düşmanlığı edenler kalmış olur.
Bu yüzden de herkese sesleniyorum; bu günler geçicidir, bizler, sizler geçiciyiz. Ama Türkiye Cumhuriyeti payidar kalacaktır. Yol yakınken uyanın ve aklınızı başınıza toplayın. Sizin ihanetiniz sadece sizi helak etmeyecek, yarınlarda sizlerin torunları bile sizin ihanetinizin, utanç damgasını taşıyarak sizlere, sizlerin torunu olduklarına lanet edeceklerdir.
Herkes safını belirlesin; ya devletten yanasın veya terörden…
Ya bu ülkenin vatandaşı gibi davranacaksın veya ihanetin bedelini ödeyeceksin.
Kimse sanmasın ki hain iflah olabilsin.
Olamaz evet hain iflah olamaz, olmaz, olmayacaktır da…
Verdiğimiz bu yeni
“Kurtuluş Savaşı” günlerinde, göstermemiz gereken tavrı çok güzel örnekleyen, Hz. İbrahim’in ateşine su götüren karınca anekdot’unu sizlerle paylaşmak istiyorum;
Kral Nemrud, İbrahim peygamber’in ateşte yakılması emrini verdikten sonra meydan yere odunlardan büyük bir yığın yapılmış. Odunlar tutuşturulmuş.. İbrahim Peygamber’i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış askerler. Atacaklarmış ki Nemrud’un ne güçlü bir kral olduğunu anlasın, görsün, bir daha ona karşı gelmesin İbrahim Peygamber.
Bu sırada bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile koşa koşa gidiyormuş. Hem de boyu göklere varan cehennemi ateşe doğru. Gökte uçan ve gagasında ateşe atmak üzere bir dal parçası taşıyan bir kartal onun bu telaşını görüp sormuş hemen yanına yanaşıp:
“Bu acelen niye? Nereye böyle?”
Karınca,
“Duymadın mı” demiş.
“Nemrud, İbrahim Peygamber’i ateşte yakacakmış. Ateşin olduğu yere su götürüyorum.”
Bu sözleri duyan kartal kendini tutamayarak kahkahalarla gülmeye başlamış.
“Sen şu ateşe dönüp bir baksana, ne kadar büyük. Senin bir damla suyun ona ne yapabilir ki?”
Su taşıyan karınca;
“olsun” demiş.
“Hiç olmazsa safım belli olur.”
Evet… Zaman safların belirlenmesi zamanıdır:
Bugün terör ve ihanet ateşine odun taşıyan
“kartal” mıyız, yoksa ateşi söndürmek için su taşıyan
“karınca” mı?…
Herkes safını belli etsin ve etmeli..
20 EKİM 2015 TARİHLİ YAZIMIZ
Bu yazımda TSK ve Sivil Bürokrasideki FETÖ Temizliğinin önemine dikkat çekerek bu sürecin mutlaka olması gerektiği ve kendini gizleyenlerin saklanamayacağına dikkat çekmiştim. Aynı zamanda özellikle safını belli etmeyenlerin sonunun da iyi olmayacağını dile getirmiştim. Çünkü bana göre; ya devletten yanasın ya da değilsin düşüncesi bugün olduğu gibi dün de olması gereken bir realite idi.
Ülkemiz açısından 17/25 Aralık tarihi bir milat oldu. Bu tarih devlet içindeki yuvalanmış Paralel Yapı örgütü’nün ne büyük bir tehlike olduğunu hepimize gösterdi. Bu yapı gövdenin içindeki kurt misali devleti nasıl derinden sardığını ve kemirdiğini fark ettirdi. Dindar, hamiyetkar ve masum yüzlü paralel’cilerin devleti içten çökertmek için nasıl büyük bir kalleşilik zihniyetine sahip olduğunu gösterdi.
Ama bu topraklar yüzyıllardır kadim devlet geleneğinin merkezidir ve en zor anlarda bile, devlet aygıtı bir şekilde kendine kastedenleri, kangren olmuş uzuv gibi bekasına halel getirenleri keser atar. Bu bağlamda devlet içindeki cerahat misali olan
“paralel yapı” mensupları temizlenmeye başlandı. Bu temizlik aciliyete binaen önce emniyet ve yargıda başladı. Çok ciddi mesafeler katedildi, devam da edecek ve asla taviz verilmeyecektir. Emniyet ve yargıdaki bu yapının unsurları sanmasın ki; gizlenebileceklerdir, saklanacaklardır ve kendilerini kamufle edeceklerdir. Asla….
Son ferde kadar bu mücadele devam edecektir.
Emniyet ve Yargıda bu mücadele sürerken TSK ve sivil bürokrasideki paralel unsurlar kendilerinin unutulduğunu sanmasınlar. Çok yakında onlara da sıra gelecektir. Bilinsin ki devlet yavaş işler ama mutlaka işler…
Zaman zaman öyle duyumlar alıyorum ki; bu “paralel terör örgütü”nün hala askeriye ve sivil bürokraside küstah varlıklarıyla şoklar yaşıyorum. Jandarma ve Genel kurmay istihbaratta çalışan bu terör örgütü mensuplarının, deli cesaretiyle, gözü dönmüşlükle devletin yanında olanları tehdit ettiklerini ve kendilerince gözdağı vermeye çalıştıklarını işitiyorum.
Hiç merak etmeyin, sıra size de gelecek ve emin olun ki gelmek üzere… Öyle bir temizlik hareketi, öyle bir süpürme başlayacak ki; hiçbiriniz o görevlerde kalamayacaksınız. Çünkü bu devletin bekası, sizin gibi devleti içerden çürüten kemirgen kurtlardan kurtulmasıyla olacaktır.
Askeriye de bazı General'ler, Albay düzeyinde olanların ve özellikle de Yarbay, Binbaşı ve Yüzbaşı seviyelerinde yer alan paralelciler kendilerini gizlemek için cemaate söver şekle dönüşseler de, kendilerini gizlemek için bukalemunluk yapsalar da, biz hepsini biliyoruz ve gerekenler yapılacaktır. Türk ordusunun içini boşaltmalarına ve o kutsal peygamber ocağını dejenere etmelerine asla izin verilmeyecektir. Herkes iyi bilsin ki; çok yakında tasfiye ve cezalandırmalar başlayacak ve sonuna kadar sürecektir.
Sivil bürokrasi ise garip bir havaya girmiş bulunmaktadır. Buradan sesleniyorum; bütün bakanlıklar, kurum ve kuruluşlar sil baştan taranıyor ve incelenmeye devam edilecektir. Her genel müdürlük; başta genel müdürleri olmak üzere, genel müdür yardımcıları, daire başkanları ve yönetim kurulu üyeleri de dahil tek tek paralel terör örgütü mensuplarından temizlenecektir.
Buradan bir kesimin dikkatini çekmek istiyorum. Bu kesim paralel yapının silahşörü olmayıp da, bir dönem bunlarla çalışıp, bunlarla iş tutan ve bu yüzden de sesini çıkartmayıp hala aradan sıyrılacağını sanan korkak bürokratlardır. Sizler safınızı belli etmelisiniz. Şuana dek sizlerde böylesi bir berraklaşma ve netleşme henüz görmedik. Ama bu temizlik hareketinde sizler de asla göz ardı edilmeyeceksiniz. Şuanda hala görevlerinde olup da, bir dönem paralel terör örgütüne kamikazelik edenler ise, bilsinler ki asla kurtulamayacaklardır. Bu devletin istiklali ve istikbali için onların bu görevlerden acilen uzaklaştırılması ve hatta sonrasında ilgili kanunlar çerçevesinde cezalandırılması mutlaktır ve yakın zamanda hepsi bu muhakemelerle yüzleşeceklerdir.
Ama benim asıl dikkat çektiğim, yukarıda da belirttiğim gibi, tavrını, safını, duruşunu netleştiremeyen kamu çalışanlarınadır. Çünkü ya devletin yanındasınız veya değilsiniz. Yahu bakıyorum adam dün cemaatin uşaklığını yapmış, cemaate her türlü menfaat sağlamış ama bu esnada kendi de semirmiş; şimdi kalkmış hükümete, devlete, iktidara yakın rol içinde. Ama paralel terör örgütünün de temizlenmesi için yaptığı hiçbir şey yok, taşın altına elini yaklaştırmıyor bile. Ve hatta gizliden gizliye, geçmişten beri bildiği paralel’cileri koruma telaşesinde.
Milli eğitim bürokrasisinde hala paralelciler mevcut, mülki idarede hala varlar, maliyede hala kritik noktalarda varlıkları mevcut. Özellikle sivil bürokrasinin, bilişim başkanlıkları ve denetim birimlerinde çok fazla sayıdalar. BDDK, SPK, EPDK, İMKB, Merkez Bankası, TPDK gibi özerk üst kurumların, kurul üyelikleri ve kurum içi uzmanlık gerektiren denetim ve teftiş birimlerinde sinsice durmaktalar. Dış işleri bakanlığında sipere yatmış haldeler. Şehircilik ve çevre bakanlığında rant getirici birimlerde varlıklarını sürdürmekteler. Belediyeler tek tek incelenmeye muhtaç, hatta AK Parti il teşkilatları bile sil baştan elden geçirilecek halde. Kısaca merkezi ve yerel yönetimler bünyesinde yuvalanan paralel unsurlar biliniyor ve kesinlikle tasfiye edileceklerdir.
Buradan söylüyorum ki; bu devletin sayesinde sıradan memurken veya memur bile değilken, bir makama gelip, bir imkana kavuşup, bir yetkiyi haiz olup, devletin değil de paralel terör örgütünün hizmetine girenlerin hepsi gereken sonu görecekler ve cezaya çarptırılacaklardır. Hiç kimse ettiğinin yanına kar kalacağını sanmasın. Oturdukları makam ve koltuklarda kalmak, gizli gizli paralel terör örgütüne imtiyaz sağlamak, onun değirmenine su taşımak için, AK Parti yöneticilerinden bazılarına yakınlaşanlar, onların himayesine girdiklerini göstererek kendini gizleyip oralarda oturacaklarını sananlar, görevlerinde kalacaklarını asla düşünmesinler. Bu devlet her şeyi biliyor, kimin kim ve ne olduğunu, aslında kime hizmet ettiğini çok iyi biliyor.
Bu nedenle de yakın zamanda TSK ve sivil bürokraside temizlik rüzgarı değil fırtınası esecektir. Kimse bundan hariç tutulmayacaktır. Hemen kıvırtıp kendini paralel yapı karşıtı gibi gösterip, güya paralelle ilgili devlete bilgi veriyormuş gibi yaparak bir nevi nedamet ve pişmanmış gibi tavır sergileyenlerin takiyye ve iki yüzlülükleri biliniyor ve kimseyi kandıramayacaklardır. Gereken yapıldı, yapılıyor ve yapılacaktır.
Taaa ki; bu hain, kalleş, münafık, takiyyeci ve iki yüzlü dindar görünümlü dini yozlaştıran kesim ve yardakçılar, yalakalar, onlara menfaat sağlayanlar devletten temizlenene kadar…”
3 ŞUBAT 2016 TARİHLİ YAZIMIZ
Bu yazımda da FETÖ ile mücadelede bir geriye dönük değerlendirme yapmışım; gördüğüm ihmaller üzerine kızgınlığımı, sinirimi, AK Parti ve Sayın Cumhurbaşkanı’mızın çevresindekilerin rehavetine sitem ve uyarımı dile getirmişim... Ve bu yazıda söylediğim gibi; Allah korusun, “Atı alan Üsküdar’ı geçmek” üzereydi ki; bu necip milletimiz buna yol vermedi.
"Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum" sözünü söyleyerek yazıma başlamak zorundayım. Çünkü Paralel gibi tehlikeli bir yapıyla mücadelenin sadece Erdoğan ve onun gibi inanmış bir avuç kadroyla yürütüldüğünü görmek içimi acıtıyor.
Erdoğan ve onun açtığı siyasi yolda istikbal elde edenlerde gördüğüm “neme lazımcılık” tavırlarını şaşkınlıkla izliyorum. Erdoğan’ın mücadele heyecanının binde birini göremiyorum maalesef. Türkiye tarihinin örneğine şahit olmadığı bu lanet yapıya ve tehlikeye karşı rehavet içinde olmak, bastığın dalı kesmekten başka bir şey değildir.
Haberlere bakıyorum;
“emniyette şu kadar, yargıda bu kadar” bilmem ne gibi haberler veriliyor ve Paralel Yapı’nın tamamen tasfiyesinden söz ediliyor. Halbuki mücadele hala başlangıç safhasında ve asla rehavet kaldırmayacak noktadadır. Şu anda PKK ile doğu şehirlerimizde çok ciddi mücadele verilirken bu yapının işbirliklerini görüyoruz. Operasyon yapan polise, jandarmaya hala zarar verebildiklerini görüyoruz. Hala gövdeyi içten kemiren
paralel unsurları görüyoruz.
Hani nerde tam temizlik, hani nerde paralel yapının tasfiyesi…
Hala devletin hemen her kurumunda sessizliğe bürünüp uykuya yatmış haldeler. Temizlenen hala nerdeyse hiçbir şey yok. Hala kamunun imkanlarını kullanmaktalar. Hala iş ve işlemlerini yürütmeye devam etmekteler…
Beyler akıllı olalım, soğukkanlı olalım ve aklımızı başımıza alalım, mücadeleyi cansiperane sürdürelim. Emin olun yoksa bu yapı yaralı hayvan gibi çok daha tehlikeli olacaktır ve olabilir. Çünkü gösterilen gaflet, rehavet ve boşvermişlik öyle bir noktaya gelir ki; hepinizin ihaneti olur. İşte o zaman da ah vah ederek; keşke keşke demeye başlarız ki,
“atı alan paralel yapı Üsküdar’ı geçmiş” olur.
Tüm bu nedenlerle sorumluluk ve insiyatif noktasındaki herkese tam da bugün söylüyorum ki; paralel yapıyla vermediğiniz mücadele milliyetinize saygısızlık, milletinize umursuzluk ve devletinize ihanet olur.
21 ŞUBAT 2016 TARİHLİ YAZIMIZ
Bu yazıda çözüm önerileri dile getirdim. Paralel Yapı başta olmak üzere PKK, PYD ile ilgili yapılması gerekenleri söyledim. Ve bu önerilerimin bir kısmının henüz şimdi hayata geçirildiğini görüyoruz.
Milli Güvenlik Kurulu; Cumhurbaşkanı’mızın başkanlığında geniş katılımlı şekilde acilen toplanmalı ve yeni bir
“güvenlik konsepti” oluşturmalıdır.
• Halkımız bilinçlendirilmeli ve çevresinde, şehrinde, yakınlarında devlet güvenliğine tehlike teşkil edecek kuşkulu bir durumu fark ettiği anda bunu güvenlik birimlerine bildirmelidir.
• Kamu bürokrasisinde görev alanlar cesur ve güvenilir insanlardan seçilmeli ve risk alıp, cesurca vatan ve devleti için korkusuzca hareket etmekten imtina etmemelidir. Korkaklar, pısırıklar, tehdit ve şantaja boyun eğenler etkili, yetkili ve sorumluluk gerektiren görevlere getirilmemeli, olanlar ise bu görevlerden alınmalıdır. Bu vatan için canını, kanını feda etmekten kaçınmayacak vatanperverlerin sorumluluk ve yetki sahibi noktalara getirilmesi şarttır.
• Devlet içinde; üniversiteler, belediyeler, bakanlıklar, emniyet, istihbarat ve askeriye gibi tüm devlet kurumlarında bulunan başta “paralel yapı” olmak üzere, devletin bekasına halel getirebilecek kişi ve unsurlar acilen ve hızla temizlenmelidir. Çünkü bunların varlığı hala devam etmekte ve halen ülke güvenliği için büyük risk taşımaktadır. Akademisyen, doktor, savcı-hâkim, öğretmen, memur-amir, polis-komiser, asker-komutan gibi unvanı ne olursa olsun, önceliği devlet ve vatan harici grup ve unsurlar olan kişiler hemen bu görevlerden uzaklaştırılmalı ve haklarında kanuni işlemler yapılarak cezalandırılmalıdır. Cezalandırmaları hızlı ve şiddetli şekilde olmalıdır ki; başkalarına örneklik teşkil etsin.
• Devlete dair yapılan yazılı, sözlü, fiili her tür eylem mutlaka cezalandırılmalıdır. Yapılan devlet aleyhtarlığı nerden ve kimden gelirse gelsin; bu gazeteci, yazar, çizer, akademisyen, bürokrat veya hiçbir sıfatı olmayan vatandaş da olsa, asla taviz verilmeden, bir daha teşebbüs etmeye cesaret edemeyecek şekilde cezalandırılmalıdır.
• Demokrasi, özgürlük, özgür düşünce veya muhalefet etmek adına devlet düşmanlığı yapan, devletin ülkesi ve milletiyle birlik ve beraberliğini sarsacak tavır içinde olan, millet içinde ihtilaf çıkartıcı eylem ve söylemde bulunan herkes mutlaka cezasını bulmalıdır.
• Demokrasi diyerek güvenlik hiçe sayılmaz. Güvenliğin olmadığı yerde de demokrasiden filan bahsedilmez. Çünkü güvenlik yoksa yaşam hakkı da yok edilir. Ölünün demokrasiye ihtiyacı olmaz. Demokrasi yaşayanlar için olabilen bir olgudur. Demokrasi adına negrofilik (ölü sevici), kan emici, kandan beslenici söylem ve eylemde bulunan herkese yönelik yeni ve çok ciddi önlemler alınmalı, cezalar oluşturulmalı ve devletin gazabı gösterilmelidir.
• Bu topraklarda yaşayanlara devletin şefkatinin, zafiyet olmadığı gösterilmeli ve kendilerine tanınan maddi, manevi imkânları kötüye kullananlara haddi bildirilmelidir.
• Suriye sınırımızda ülkemize tehdit olan PYD-YPG gibi PKK’nın kollarına karşı sınır ötesinde önlemler alınmalı, mücadele verilmeli ve onların içimize girmesi katiyen engellenmelidir. Halep, ve Azez( Fıratın Batısı) konusunda hassasiyet tüm dünyaya anlatılmalı, bu konuda Türkiye Cumhuriyeti’nin asla tavizinin olmayacağı dosta düşmana gösterilmelidir.
• İçinden geçtiğimiz bu kritik süreçte dışarıdaki hainler kadar içerde de varlıklarını sürdüren T.C. kimlikli kahpelere asla taviz verilmemeli ve yaşadığımız coğrafyanın zorlukları dikkate alınarak herkese yaptığının bedeli ödetilmelidir.
• Tüm bu önlemler paketini içeren yeni “güvenlik paketi” ve dışsal tehlikeye karşı topyekûn mücadele kararlılığımız tüm dünyaya ilan edilmelidir. İçerdeki kahpelere, hainlerin dün iflah olmadıkları gibi, bugün ve yarın da olamayacakları net olarak bildirilmeli ve cezalandırılarak gösterilmelidir.
• Artık Cumhurbaşkanı’mızın askeri üniformayı giyme vakti gelmiştir. Cumhurbaşkanı’mız başkomutan olarak bir “Ulusa ve Dünya’ya Sesleniş” konuşması yaparak, Kurtuluş savaşı mücadelemizi hatırlatmalı ve bu milletin istiklal ve bağımsızlık temelli bir karaktere sahip olduğu, Türkiye’nin ve Türk milletinin Irak’a, Suriye’ye, Libya’ya, Lübnan’a ve içi karıştırılan hiçbir ülkeye benzemeyeceği anlatmalı ve 78 milyon Türk milletinin son nefesine kadar vatanını korumaya hazır ve kararlı olduğunu dosta düşmana bildirilmelidir.
Bunlar benim Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanımıza da arz ettiğim öneriler paketidir. Ayrıca İstanbul Milletvekili Sayın Metin Külünk’ün de T.B.M.M'ne verdiği yasa teklifini de sonuna kadar destekliyorum. Teröre karışan ve yargılanarak ceza alan Teröre, Paralel yapı gibi olgulara bulaşmış herkes Türk vatandaşlığından çıkartılarak her türlü mal varlığına
“el” konulmalıdır. Bu Terör Örgütleri ile ilişkiye giren destek olan özellikle İş dünyası için ciddi bir uyarı olacağından el altından destek olma yolundaki faaliyetlerine son vereceklerdir. Malumunuz özellikle Paralel Terör Örgütü gibi yapılanmalarda parasal desteğin boyutu çok önemli rakamlara ulaşmıştır.”
15 NİSAN 2016 TARİHLİ YAZIMIZ
Sözü çok uzatmadan Paralel yapılanmanın hız kesmeden devam eden ayak oyunları ve ihanetlerinden bahsedeceğim.
Emniyet, Yargı ve diğer bürokrasi içindeki “paralel” mensuplar farklı reflekslerle hareket etmeye başladılar. Bu süreçte kendilerini deşifre edip, mücadele edecek potansiyeldeki kişileri, eski alışkanlıkları gereği,
“uyduruk delillerle” bir şekilde lekeleyip, adeta beyazı siyah yaparak devletin yanındaki ama kendilerine en büyük hasım gördükleri kişileri
“paralelci” diye pasifize etme politikası izlemeye başladılar.
Maalesef Mardin’de istenmeyen şeyler yaşıyoruz. Şehit veriyoruz, kayıplar geliyor. İçimiz yanıyor. Mardin Valisi, Emniyet Müdürü, 7.Kolordu Komutanı ne yapıyor?
Bölge sıkıntılı kolordu komutanından, Emniyet ise Validen şikayetler artıyor…
Ne oluyoruz beyler, Mardin’de ne oluyor… Sizlerin basiretsizliği bize şehit olarak geri dönüyor. Pasifliğin, küstahlığın, kaprislerin ve hatta gizli art niyetlerin bedeli şehit sayımızın artması olarak gelmemeli ve aksi takdirde bunun adına millilik denmeyeceği gibi başka bir kelimeyle ifade edilir.
Buradan sesleniyorum Mardin’e ivedilikle çözüm bulunmalı, derin ve titizlikle incelenerek müdahale edilmeli zira Mardin’de mücadele SUR gibi ilerlemediği kanısı var bende… (Bugün görüyoruz ki; Mardin-nusaybin temizlik harekatında FETÖ’cü polisler ve tugay komutanı tuğgeneralin ihaneti var. Şimdi general ve ihanetçi emniyet görevlileri tutuklu)
Ne acıdır ki Paralelle mücadelenin ciddiyetine hala tam vakıf olunmadığını görüyorum. Ve maalesef şu anda en tehlikeli sürece girmiş bulunmaktayız. Bu kalleş yapı PKK’dan daha tehlikeli nitelikle hareket etmektedir. Bunlar Türkiye düşmanı her oluşuma destek vermekte, katkı sağlamakta ve her yolu mübah saymaktadırlar. Ama asıl sıkıntı ise, bunu yapanlar hep yanı başımızda, aynı masada, yan odada, aynı işyerinde, aynı kamu görevlerinde şeklinde ifade edilebilecek pozisyondalar. Ve hala sureti haktan görünebilmekte hatta tam tersi suçlamalarla paralelle mücadeleyi yürüten ve yürütecek kişilik ve milliyetperverlikteki güzel insanları paralelci diye damgalayarak bu mücadeleyi zayıflatabilecek konumdalar.
Maalesef hain hala içerde…
Hala kapı kilit tutmuyor.
Hain hala Mardin’de, Sur’da, Cizre’de, Yüksekova’da…
Hain hala yargıda, emniyette, belediyelerde, üniversitelerde, maalesef TSK’da ve istihbaratımızda…
Hain hala polis, asker üniforması giymekte, yargı, emniyet, askeriye kimlikleriyle en mahrem noktalarda ihanetlerine devam etmekteler…
Cumhurbaşkanı çırpınıyor, sürekli dile getiriyor, talimatlar veriyor, çabalıyor; bu yapıyla mücadelenin önem ve hayatiyeti adına…
Ama devletin diğer mercileri, kurumları, yetkili kişileri gaflet, rehavet ve aymazlık içinde. Halbuki bu halleri ihanete eşdeğer nerdeyse…
Hala uyanmıyorlar
“paralel” ihanetin devleti ne hale getirdiğine. Şehitlerimizin gelmesinin en büyük nedenlerinin başında terörle mücadele bölgesindeki “paralel” unsurların neden olduğuna…
Bugüne kadar gördüklerim, yaşadıklarım, duyduklarım çerçevesinde, şimdi yapılması gerekenlerle alakalı düşüncelerimi dile getirmek istiyorum.
Paralelle mücadele kısmı değil topyekün olmalıdır. Artık 81 ilde, devletin bütün kurumları koordine halinde bu mücadelede yeni bir evreyi başlatmalıdır.
Bir çok ile yeni Vali ve Emniyet Müdürleri atanmalı ama bu atanacak kişiler, gözünü budaktan sakınmayan, sözde değil özde ve icraatta milli nitelikte olmalıdırlar. Sırf partili diye korkak ve pısırık kişiler değil de bu mücadeleyi cesurca ve dirayetle sürdürecek “milli ve yerli” olmayı temel prensip ittihaz etmiş cesur yürekli kişiler olmalıdır.
Radikal bir tehlikeyle ancak başka bir radikal mücadele edebilir. FETÖ’de radikal ve derin nitelikli bir terördür. Buna karşı da bu örgütün terör radikalizmine karşılık verecek radikal cesareti sergileyecek zihni, kalbi ve iradi yapıya sahip kişiler gereklidir.
Belediyelere ivedilikle el atılmalıdır. Mesela Bursa belediyesi… FETÖ’nün en gözde şehrinin Bursa olduğunu herkes söylüyor, biliyor, dillendiriyor. Ama maalesef hala bir hareket yok, geçmişte Özel idare arazisini Paralel’e peşkeş çekmiş ve dönemin yetkilileri üniversitelerinin mütevelli heyetinde hala görevine devam ediyor…(Şahabettin Harput, eski Bursa valisi, şimdi tutuklu) Acilen, hızla ve radikal bir şekilde zaaf ve acziyet göstermeden mücadele sistematik şekle dönüşmeli ve hızını artırmalıdır.
AK Parti’li belediye diye asla taviz verilmemelidir. Bilakis Partili belediye başkanlarının ve o ilin Parti başkanlarının bu mücadele için ekstra bir katkı, destek vermeleri, emniyet ve yargıyı hızla harekete geçirecek katkıyı sağlamaları gerekmektedir. Bu konuda rehavet içinde olan, pasif davranan ve daha ileriye gidip defans koyanlar AK Parti mensupları da olsa hemen değiştirilmelidir. Çünkü konu vatana ihanettir ve bu konunun tavizi olmaz, olmamalıdır.
17-25 Aralık sonrası büyük şehirlerden doğu ve güneydoğuya gönderilen kişilerin şimdilerde daha büyük bir tehlike arzettikleri görülmektedir. Acilen ve hemen bu kişiler görevlerinden alınmalı ve ilgili kanunlar çerçevesinde yargılanmaya başlamalıdır. Çünkü başka bir ile tayin asla ve asla çözüm değildir. Bilakis bu tayinlerle paralel unsurlara daha büyük tehlike arz edecek yeni alanlar yaratılmış olmaktadır.
Tayin, nakil, sürgün, görevde bırakan cezalar asla çözüm değildir. Çünkü kangren olmuş parmak kesilip asılmalıdır. Aksi takdirde eli kaybedebiliriz ki maalesef kangren ele ve hatta kola sirayet etmiş durumda görünmektedir.
Mahkemelerdeki FETÖ davaları için çok ciddi çalışmalar yapılmalı ve yargılamalar ivedilikle yapılmalıdır. Çünkü davalar ihanet-i milliye davalarıdır. İhanet davası da rutin muhakeme süreciyle asla işlemez ve işlememelidir. İhanetler mahkeme kararlarıyla da tescillenmeli, emsali olay ve hainlikler için emsal teşkilleri oluşturulmalıdır.
Defalarca yazdım, söyledim, anlattım; “Paralel Yapı” mensupları hala bakanlıklarda, belediyelerde, üniversitelerde nerdeyse tüm kamu kurumlarında hala görevlerine devam etmekteler. Görevlerinden alınmadıkları gibi, bir de muhtemel kendi yerlerine gelmesi gereken milli ve mücadeleci insanları “paralelci” diye yaftalamaktalar. Çıldırmamak elde değil… öyle şeyler işitiyorum ki; paralelin yıllarca mağduru olmuş ve son üç yıldır da mücadelenin içinde bulunan “antiparalel” kişilerle alakalı uyduruk ve yalan söylem ve belgelerle “paralelci” yaftası vuruluyor ki bunu yapan da hala görevde bulunan ve hatta karar süreçlerinde yer alıp kendini gizleyen gizli ve kalleş FETÖ’cüler ….
Hangi kuruma baksam hala 17-25 Aralık öncesi görevde bulunanlar hala duruyor. Daha önce FETÖ’nün tetikçisi olanlar hala yerinde ve ne gariptir ki“benden daha çok fetö düşmanı” gibi görünmeyi çok güzel başarabiliyor.
“Ayrık otu” misali ihanet şebekesine münferit mücadele kifayet etmez. Özellikle alınacak tedbirler verilecek mücadelelerle ekonomik damarlarının kesilmesi aciliyettir, muacceldir. Kamu ve özel alanda hızla ve şiddetle bunların ekonomisine el konulmalı ve hayatiyet katan can damarları kopartılmalıdır.
Umuyorum ve inşallah daha aklı selimle bu mücadeleyi yürütecek kahraman ve cesur insanlar görevlere getirilerek, paralelcilerin ters mantık taktikleri görülerek yeni süreç ve dönemde çok ciddi ve reel bir mücadele ve sonuç almalar olacaktır. Bu mücadele devletin beka mücadelesidir, hainlerin tasfiyesi ve cezalandırılması mücadelesidir.
Bu mücadele bundan sonrası için de örneklik teşkil etmeli , hain ve ihanet üzere olacaklara gözdağı ve uyarı niteliği taşımalıdır. Devlete uzanan el kesilmeli, kangren olmuş uzuv kopartılıp atılmalıdır. Ki bundan sonra böylesi hıyanete kimse niyetlenemesin. Niyetlenen de bedelin ne kadar ağır ödetildiğini görsün…
Son olarak, ömrüm vefa ettikçe bu mücadelenin içinde olmaya devam edeceğim ve devletimin milletimin yanında olacağım. Ne yaparım, yapamam bilmiyorum ama hiç olmazsa karınca misali
“safım belli olur”.
Ben safımı seçtim ve Atatürk’ün söylediği gibi
“Mevzubahis vatan ise gerisi teferruattır” diyerek kendimi özetlemeye çalışıyorum, bu vesile ile bir kez daha kendini pkk'lı gibi gösteren Fetö’nün kumpasçılarının benim üzerime oyunlar oynadığını biliyorum ve umurumda değiller. Zira tam 57 yaşındayım, bende gençliğimde belki her beşer gibi hatalar yaptım ve bedelini ödedim, Hamd olsun kimseye verilecek hesabım yok, Rabbim’e kavuştuğum gün onun karşısına çıktığım gün kul haklı ile gelmedim Yarab, Vatanıma ihanet etmedim, dinimin icaplarını beşer bir kul olarak aciz noktada da olsa yerine getirdim… diyebilmek tek hedefim. Bu nedenle Vatan hainleri beni korkutamadılar, korkutamazlar. Susturamadılar, susturamazlar. Bu yüzden boşuna bana tehdit oyunları oynamasınlar. Doğru birdir o yolda Rabbim’e kavuşacaksam ne mutlu bana.
28 NİSAN 2016 TARİHLİ YAZIMIZ
13 gün önceki yazımda uyarılarda bulunmuşum. Ama hala rehaveti, aymazlığı ve tehlikeyi görmeyen basiretsizliği görünce yine aynı konuda sarılmışım yazmaya;
“Fetö'ye Rehavet Devlete ihanet” diye… Çünkü tehlikenin büyüklüğü ve adım adım eyleme geçişine dair gözlemleri bana adeta feryat ettiriyor sürekli uyarma gereği hissediyordum. Hele de AK Parti yönetiminden bu alçak yapıyla ilgili biraz müsamahakar sözler duyunca kan beynime sıçrıyor, çıldırıyorum. Bu nasıl bir gaflet, bu nasıl bir rehavet diye… Dayanamıyor ve yazmaya başlıyorum ben de…
Sizlere yeniden sunduğum yazılarımda bazı konu ve uyarıların tekrarını göreceksiniz. Bunları bilinçli şekilde yaptım, sürekli uyardım, uyardım, uyardım…
Defalarca yazdım, toplantılarda söyledim, ülkesini canı pahasına seven bir vatansever olarak elimden gelenden öte bir mücadele verdim, veriyorum ve vereceğim.
Paralel Yapı’nın PKK’dan daha tehlikeli bir örgüt olduğunu defalarca söyledim. Devletin bekasına, varlığına ve birliğine kasteden bu yapının
“Ayrık otu” gibi olduğunu ve devletimizin milli güvenliğini tehdit eder bir nitelik gösterdiğini hep söyledim.
Çünkü bunlar milli devlet gövdemizin içine girmiş
“Kanser mikrobu”gibidirler. Bunlar gövdeyi içeriden kemirerek tüketen bir haşerattır. Bunlar cumhuriyetimizin ilanından beri devletimizin karşılaştığı en büyük bela, tehlike ve musibettir.
Türk devlet geleneğine kasteden, kirli ve sinsi emelleri için kutsal dinimizi kullanmaktan bir an bile imtina etmeyen, paranoyak, şizofren bir adamın hezeyanlarıyla bu ülke insanlarının yardım duygusunu haince sömüren, ihanet içeren planlarına masum insanları bilinçli şekilde, utanmazca alet eden bu münafık güruhla mücadele etmek bu ülkede yaşayan herkesin milli, dini ve insanı görevidir.
Hal böyle iken insaf, vicdan ve milliyet sahibi bu ülke insanları cansiperane mücadele verirken, bu ihanet şebekesini yok etmesi ve milletin haremine uzanan namahrem eli kesmesi gereken konum ve sorumlulukta olan birinin
“Paralel yapı fabrika ayarlarına dönerse mücadele sona erer” sözü sinirlerimi zıplattı, nevrimi döndürdü.
Bu konuda her türlü riski göze alan, kişisel geleceğini göz kırpmadan tehlikeye atarak cansiperane mücadele veren, bu melanet yapının tehditleri ve belden aşağı vuruş hamlelerine rağmen yılmadan, bıkmadan ülkesinin bekası için bu münafıklar çetesiyle mücadele eden kahraman insanlar boşuna mı çabaladı?
Boşuna mı tüm mücadele?
Biz neden, niçin, bu lanet terör örgütünü etkisizleştirmek için gecemizi gündüzümüze katarak çalıştık, çabaladık?..
Tabloya bakıyorum. Maalesef içim acıyor, canım sıkılıyor, çok kızıyorum ve sinirleniyorum…
AK Parti ve hükümet organları hala bu belaya karşı lakayt, FETÖ seviciler bürokraside hala at oynatıyor, hala etkin ve hala görevlerindeler.
Belediyelere bakıyorum, il özel idarelerine bakıyorum, devletin kilit noktalarına bakıyorum hala FETÖ temizliği yapılmamış, hala yapanın yanına kar kalıyor, hala sorumluluk alması gereken yetkililerde aptalca bir rehavet…
Memleketim Kastamonu’da bile nüfus olarak küçük bir il olmasına rağmen Paralel Yapı yönünden her şey aynı, değişen bir şey yok…
Üniversitelere bakıyorum, her şey hala aynı gibi.
Emniyete bakıyorum, Paralel’le mücadele eden Paralel’ci diye görevden alınıyor iddiaları ayyukta.
Çıldırmamak elde değil.
Akıl, fikir, insan ve milliyet sahipleri şimdi sizlere sesleniyorum:
Siz üzerinize düşen bu mücadelede taşın altına elinizi sokmadıkça devletimize, milletimize, inancımıza, siyasetinize, partinize ve sizi olduğunuz yerlere getiren cumhurbaşkanımıza ihanet içindesiniz.
Şimdi bu söylediğimin ağır olduğunu düşüneceksiniz, ama inanın hiç ağır değil ve az bile!..
Çünkü yaptığınız gaflet ihanete eşdeğerdir ve gaflet bazen hainlerin ekmeğine yağ süreceği için
“Sebep olan yapan gibidir” mucibince aynı kefede yer almak demektir.
Siz ihanete sessiz kalıyorsanız, ihanete ortak oluyorsunuz demektir.
Bu FETÖ, ülkesine ihanet eden bir örgüttür ve buna karşı herkesin mücadele vermesi mecburiyettir ve bu ülkenin ekmeğini yiyip suyunu içen herkes tehlikeyle savaşmaya mahkumdur. Aksi düşünülemez bile…
Yahu aklınızı mı yitirdiniz? Bunlar yatak odalarınıza girdi, mahreme el uzattı, özel diye bir şey tanımayıp her yolu mübah sayan bir
“Meczub”u peygamberleştirerek yüce dinimizle adeta dalga geçti.
Beyler, bayanlar, vatanını, devletini sevdiğini iddia edenler…
Gaflet uykusundan uyanın, kendinize gelin, bilin ki yarın çok geç olacaktır… İnsan gibi mücadele etmezseniz ne olacağını MHP’lilere yapılanlardan, Deniz Baykal’a yapılanlardan, birçok bürokrat ve başka siyasetçiye yapılan belden aşağı tehdit ve şantajdan anlamadıysanız sizin akıl gözleriniz körelmiş demektir.
Ama tehlikeye göz yumarak sizin için tehlikenin geçtiğini sanıyorsanız çok büyük yanılgı ve gaflet içindesiniz demektir. Çok yakın zamanda aynı tehdit, şantaj potasına sizi de almaları an meselesidir.
Haa yoksa, bu lanet Yapı’nın tehdit ve şantajı altındasınız da, o yüzden mi mücadeleden kaçarak, pısırık, silik ve karaktersizlik içindesiniz?
Yoksa siz de mi cebinizden veya başka bir yerinizden onların eline düştünüz de, şahsiyetsizlik içinde vatanımızın bekasını hiçe sayarak şahsınızı düşünüyorsunuz?
Bu insanlar beni her gün türlü şekillerde
Tehdit ederken, geçmiş ve geleceğime fal açarken, ben diyorum ki bunlara;
“Gelin ne isterseniz yapın bana ama ülkeme artık zarar veremezsiniz. Son nefesime kadar mücadele edeceğim. Onu mu alacaksınız? Vatanıma fedadır. Maskeleriniz düştü, şeytan ortaya çıktı. Korkmuyorum hiç birinizden” diyorum. Sizler bir aciz ben olamıyor musunuz? Bu kadar mı rehavettesiniz, ya da korkuyorsunuz?
Eğer bu mücadelede zaafa girerseniz, hepinize lanet olsun, yazıklar olsun, yuhlar olsun diyorum.
Ey partimizin güzide insanları, utanmalısınız. Eğer zaaf gösterirseniz cumhurbaşkanımızın yüzüne bakarken utanmalısınız. Eş ve çocuklarınızdan utanmalısınız. Milletinizden ve size oy veren seçmenlerden utanmalısınız. İnsanlığınızdan utanmalısınız. Bu devleti size emanet eden atalarımızdan…
Herkese sesleniyorum ve özellikle de rehavet üzere olanlara;
“Aç canavara karşı insaf onu durdurmaz, bilakis iştahını artırır ve sonra dişinin kirasını bile ister.”
Eğer yüce dinimizi bile kullanmaktan bir an dahi imtina etmeyen bu münafıklarla mücadele etmezseniz ruz-i mahşerde bile bunun hesabını veremezsiniz.”
23 HAZİRAN 2016 TARİHLİ YAZIMIZ
Bu yazıyı 15 Temmuz Darbe girişiminden 23 gün önce yazdım. Belli ki, bizim burada da dile getirdiğimiz en kesin ve radikal FETÖ temizliğini, alçaklar da fark etti ve hain eylemlerini uygulamaya geçtiler. Özellikle bu yazıdaki başlatılan sürecin bu ihanet şebekesini tam korkutarak 15 Temmuz alçak katlimanına teşebbüs ettiklerini şimdi daha net görebiliyoruz.
"Mevzubahis Vatan ise gerisi teferruattır" Bu veciz, derin ve anlamlı cümleyi defalarca yazdım. Belki okurlar 'neden, niçin, sürekli bu vurgu' demiş bile olabilir.
Ama benim için gerçekten aslolan, vatandır, devlettir, millettir… Tek kelimeyle ifade edecek olursak; Türkiye Cumhuriyeti’dir…
Bu nedenle de yazılarımda içerden ve dışarıdan ülkemize gelen saldırılara yönelik mücadeleyi sürekli dile getirdim. Bıkmadan, usanmadan bir devlete sahip olmanın anlamını vurgulamaya çalıştım. Ateş çemberinde bir ülke olduğumuzu ve ülkemizin bağımsızlığının temel esas olduğunu hep söyledim ve hep de söyleyeceğim.
Bu yüzden de
“paralel yapı” ve PKK tehlikesine karşı top yekün mücadelenin tavizsizliğini hep dile getirdim. Bu iki terör örgütünün devletimizin
“beka”sorunu olduğunu söylemekten hiç vazgeçmedim.
Yeni hükümetle birlikte bu iki ana terör örgütüne dair mücadelenin teşhis, tesbit safhasından tedavi ve operasyon sürecine girmiş olduğunu görmenin memnuniyetindeyim. Devletin bürokratik kademelerindeki
“paralel unsurları” temizleme konusunda fiili faaliyetlerini görmeye başladık. Bu henüz başlangıç ve dalga dalga devam edecektir.
Bakanlıklarda müşterek kararname ile atanması yapılanların çok hızlı şekilde değiştirilmesine ve bazılarını yargıya havale edilmesine matuf adımlar başladı. Bu adımlar gün be gün artacak ve devletimizin kadrolarına
“ayrık otu” gibi sirayet etmiş
“paralel haşereler” temizlenecektir. Bu temizlik hareketi işlemlerinde yeni hükümetin hassasiyetine inanıyorum.
Yakın zamanda Meclisimizin çıkaracağı kanunlar ve hükümetin sevk edeceği KHK’lar ile FETÖ unsurları devletin kılcallarından titizlikle temizlenecektir. Bu konuda tekraren söylediğim 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’ndaki elzem nitelikteki değişikliğin de çok yakın zamanda Meclis’ten geçeceğini düşünüyorum. Bu sayede yargı yolunun da kapanmasıyla, ihanetin bedeli ödetilecek ve kimsenin yaptığının yanına kar kalmadığı herkesçe anlaşılacaktır.
Bu konuda önceki yazılarımda defalarca belirttiğim gibi; HDP’li vekillerin hainlere sahip çıkan ihanetlerinin cezalandırılması için milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması ve HDP’li belediyelere kayyım atanması, el koyulması ve devlet görevlilerinin başkan olarak atanmasına dair hukuki düzenlemelerin yapılmaya başlanması ise ayrı bir gerçeklik ve mutlak lüzum idi. Geç kalınmış da olsa, bu konudaki adımları görmek bu mücadelenin başarıya ulaşması için ciddi bir faktör olacaktır.
Artık operatif süreçteyiz. Tesbit ve teşhisle oyalanacak zamanı çoktan geçtik. Devletin kadife eldiveninin içindeki çelik yumruğunun ihanet içeren hain başlara vurulması zamanı geldi. Bundan sonra devletimiz ve dolayısıyla hükümet dosta- düşmana ibret olacak şekilde ihanetin bedelini ödetecektir.
Cumhuriyet tarihimizin en kritik sürecini yaşıyoruz. Devlet hayatımızın hiçbir safhasında böylesi derin, sinsi ve
“gövde kurdu” niteliğinde bir tehlikeyle karşılaşmamıştı. Hiçbir dönemde böylesi azim, korkunç ve kahpece topyekün bir saldırıyla karşılaşmamıştık.
Bu nedenle de, bu yeni temizlik süreci, o düzeyde büyük, kapsamlı ve bundan sonra herkese ibret olacak düzeyde net, açık ve ders niteliğinde olmalıdır ve olacaktır.
Yaşadığım sürece her zaman devlet hep ve sadece birincil önceliğim oldu. Önce devlet dedim, önce Türkiye dedim…
Bir
“fani”nin hayatına sığmayacak düzeyde şeyler yaşadım. İhanet de gördüm, dostluk da gördüm. İhtilal de gördüm, muhtıralar da gördüm. Partisini satanlar da gördüm, hükümeti kişisel emelleri için yıkanlar da…
Ama bu dönemdeki vahamette bir ihaneti, inanın hiç görmedim, yaşamadım ve hatta olabileceğini düşünemedim bile…
Bu nedenle, ben de şahsım olarak bu ihanet mücadelesinde karınca kadarınca taşın altına elimi soktum. Tehditler de aldım, şantajlarla da susturulmaya çalışıldım.
Özellikle 17-25 Aralık sürecinden sonra yazılarımdan ve hak yolundaki icraatlarımızdan rahatsız olanların türlü oyun ve saldırıları oldu .
Ama nafile….
“Çiğ yemeyenin karnı ağrımaz” misali vız geldi tırıs gitti….
Çünkü hesabın sadece Allah’a verileceğinin bilincinde olmayı hiç unutmadım. Bu bilinçle adımlarımı atarken önce Allah rızasını düşündüm, sonra devletim ve ülkemin bekası dedim. Sonra da karizmatik liderliğin ve kalbi dostluğuyla Sayın Cumhurbaşkanımızın azmine ve cehdine inandım.
Hiç bir beklentim yoktu ve halen de yok ve dahi asla olmayacak da…
Tek beklentim “Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar” kalmasıdır.
Üstlendiğim görevleri vakti geldiğinde gönül rahatlığıyla gelecek olanlara emanet edeceğim. Ben inanıyorum ki; geriden vatansever ve cesur, yüzlerce devlet adamı olacak nitelikte kişiler gelmektedir. Hiçbir ekonomik, bürokratik ve siyasi emelim olmadı ve yoktur.
Hiç bir hırs, ihtiras ve kişisel istikbal kaygısı duymadan yaşadım ve yaşamaya devam edeceğim. Yaşadıklarımdan gördüklerimden yola çıkarak artık gençlere bayrak teslimi yapmak gereğini düşünüyorum ki, o vaktin de çok yakın olduğu kanısındayım.
Devlette görev yapan herkesin de yaptıkları görevlerde
“teneşirlik”olmadıklarının bilincinde olduklarını ve vakti gelince oturdukları makamı yeri bir hizmet aracı gibi düşünerek yenilere teslim edeceğine inanıyorum ve inanmak istiyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı’mızın da konuşmalarında sıklıkla vurguladığı gibi; Devlet yönetiminde “ebed müddet” ilişkisi esastır. Bizler
“fani”yiz, tek baki olan ise devletimizdir.
Sözlerimi sürekli söylediğim ve bu yazımın da ilk cümlesi olarak yazdığım Ulu Önder’in sözleriyle tamamlamak istiyorum, bu söz hepimizin, herkesin ve cümle vatandaşlarımızın kulağına küpe olsun ve olmalıdır.
Mevzubahis Vatan ise gerisi teferruattır….
İşte sevgili okurlar ben
Cengiz Aygün dün bu idi, bugün buyum, yarında bu olacağım. Bir sonraki yazıda buluşmak üzere Allah'a emanet olun sevgili okurlarım.