Her medeni insan gibi, benim de bir avukatım var, aynı zamanda da dostum olan. Doktorlar, mimarlar, polisler tanıyorum pek çok.
Nereden mi çıktı şimdi bütün bunlar?
Bir insan, bu mesleklere ait olmayıp da, bu mesleklerini sıfatını kullanarak haksız çıkar sağlar ya da mesleğin onuruna aykırı davranışlar içinde bulunursa suç işlemiş sayılır ve mahkemelerde yargılanır.
Geçenlerde bir arkadaş gurubuyla toplanmış sohbet ediyorduk. İçlerinden gerçek sanatçı olan biri (AFIAP ünvanlı bir fotoğraf sanatçısı ) “Cem” dedi. “Nedir bu medyadaki sanatçı enflasyonu?”
Tam lafına devam edecekti ki, diğer bir dostum sözünü kesti.
“Evet yahu. Bu memlekette sanatçı olmak bu kadar ucuz mu? Hiçbir değeri olmayan, hiçbir değer yaratmayan, yarı buçuk bir filmde, iki kare görünen, ne idiğü belirsiz batakhanelerde karga sesiyle öten ya da kalça sallayan, ne olduğunu kendisi bile tam olarak anlayamayan bu hanımefendiler (!), beyefendiler (!), hanımbeyler (!) sanatçıysa, bizler ne oluyoruz bu memlekette?”
Gerçek bir tiyatro sanatçısıydı bunları söyleyen.
Yıllarını sanata vermiş biri.
Bu minval üzerine sürdü sohbet saatlerce.
Eve döndüğüm de aldı mı beni bir düşünce. Hindi gibi düşünüyorum. Bir gulu gulu sesi eksik.
Tatsız bir durum.
Hani biz de kendimizi az biraz sanatçıdan sayıyoruz ya, üstümüze mi alındık ne?
Baktım olacak gibi değil, kamuoyuna başvurayım da içim rahatlasın dedim.
Ne de olsa bunlar ukala takımı, boğaza karşı viski içip, ahkam keserlerdi.
Kapıcı İbrahim’e açtım meseleyi.
“Şimdi ağabey, bunlar da lazım, olacak elbet” dedi.
Ohhh, yavaş yavaş rahatlamaya başlamıştım ki;
“Yalnız” dedi. “Yaptıkları işin gerçek adı neyse onu kullansınlar, diğer mesleklerin adını kirletmesinler”.
Yahu, İbrahim’de boğaz’a karşı viski içmeye başlamıştı da, benle kafa mı buluyordu çerez niyetine.
Susmadı;
“Benim kız” dedi.
“Sanatçı olmak istiyor (Branşını yazmıyorum) ama korkuyoruz bunlarla aynı kefeye konacak, adı sanatçıya çıkacak, sapla saman karışacak, kurunun yanında yaş da yanacak diye”.
Buyrun bakalım, yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştum.
Kafam karmakarışık.
“Ben” diyorum kendi kendime, “çok mu iyimserim, yoksa memleket kötüye gidiyor da bir aymazlık içinde miyim?”.
Sahile indim.
Öylesine baktım denize saatlerce.
Yüzdüm de yüzdüm hayalimde, bu kış günü.
Daldım diplere ve orada buldum gerçeği; suç bizde, suçlu biziz.
Oh rahatlamıştım. Bir suçlu bulunca insan rahatlıyor.
Onun için de, acımasızca kendimizi bile suçlamalıyız gerektiğinde.
Hastalığa korkmadan, lafı çevirmeden teşhis koymalıyız tedavi için.
Evet, bir düşünelim, bize sanat adına ne şarlatanlıklar, sanatçı diye ne şarlatanlar sunuldu bugüne kadar ve bizler hiç tartmadan etmeden alkışladık onları.
Oysa ki, gerçekten sanatçı olmak, şarkıcı, dansçı, oyuncu olmak, hatta ve hatta gerçekten bir manken olmak, fotomodel olmak ne kadar güç, ne kadar emek ve eğitim isteyen bir iş.
Babamın ameliyatını izlemek için ameliyathaneye, oğlumun doğumunu izlemek için doğumhaneye girmişliğim var. Bu beni ‘ Doktor ‘ yapar mı?
Her gün gazete okuyorum, haftada bir de yazıyorum. Ne yani şimdi ben ‘Gazeteci‘ mi oldum?
Davalara girdim çıktım diye bana ‘Avukat’ denir mi?
Bunlar nasıl ‘ Sanatçı ‘ oluyorlar?
Ucundan kıyısından, türlü yollarla bulaştıkları bir mesleğin adını nasıl kullanıyorlar?
Biz kullandırtıyoruz.
Evet, biz bunların varlığına karşı değiliz.
Laf aramızda olmasalar kendileri için de daha hayırlı olur.
Ama varlar ne yapalım.
Tamam günümüzde bu magazine figürleri de olacak ama ara renkler olarak.
Side dishes denen tabak kenarı garnitur gibi.
Yoksa bizim gibi (kabul edelim ki) eğitim seviyesi düşük bir ülkede bu hafiflikler hayatın temel renkleri haline geliyor.
Çünkü bunları kabullenmek, satın almak kolay, hafif, emek istemiyor.
İnsanların başkalarının yerine kendi tercihlerini doğru ve gerekli, nitelikli bir şekilde yapabilecek eğitim, kültür seviyesine ulaşmadan sağlanan bu denetimsiz serbestlikle bunları toplumun kültür ve sanat yapısına egemen kılmak, yetmedi bu egemenliği desteklemek ayıptır.
Ülkenin sanat ve kültürü üzerindeki bu seviyesizlikler şimdilik bir toz tabakası gibidir. Ama üflemezsek, zaman içinde temizlenmesi zor bir lekeye, kire dönüşecektir.
Kiri, tozu vaktinde temizlemezsek, dokuya işler.
O zaman da birileri gelir, lekeyle birlikte asıl dokuyu da zedeleyecek bir çözümü yani asiti dener.
Evet belki kir artık yoktur ama, kirin üstüne bulaştığı doku da zedelenmiştir. Peki bize düşen ne?
Ben nasıl ki seçilmediğim halde kendimi milletvekili ya da bakan olarak sunarsam suç işlemiş, en hafifinden ayıp etmiş olursam, bu kişiler de kendilerine sanatçı, yaptıkları şeye sanat demekten vazgeçecekler.
Daha sonra bunları sunan kişi ve kuruluşlar bunlara bu sıfatları vermekten vazgeçecek.
Sonunda ve en önemlisi, bizler bunlara ve yaptıklarına rağbet etmekten vazgeçip, arz talep dengeleri içinde bunları mümkün olduğunca azaltacağız.
Ve tabii karşıtı olarak da biraz emek sarfedip, gerçek sanat ve sanatçıya, hakettiği değeri, önemi vereceğiz.
Toplumumuzun demokratik yollardan, gerekeni yapacağından eminim.
Böylece; kimse “Sanatçı" adıyla anılmaktan rahatsız olmayacaktır.
Böylece; sanatçılar, tüm dünyada olduğu gibi, önemli kişiler olabileceklerdir.
Böylece; yoksul ya da zengin kesimden, çok sayıda iyi ailelerin, iyi yetişmiş çocukları, çekinmeden sanatçı olabilecektir.
Böylece; sanatımız ve sanatçımız da yükselen değerler arasına girebilecektir.
Kötü mü olur Koç ailesinden bir şarkıcı olsa?
Sabancı ailesinden bir oyuncu çıksa.
Eczacıbaşı’lardan bir dansçı mesela.
Çağ atlamaya başladık demektir, büyük sermaye sahibi aileler sanat adına resim, heykel, müze ve klasik müzik dışında sanatlara da yatırım yaptıklarında.
Evet, karar sizin.
Bugünü kurtarmak yerine geleceği kazanmak istiyorsanız, iyiyi istiyorsanız seçiminizi iyi yapın.
Bu yazıyı spordan siyasete her alana uygulayabilirsiniz.
18 sene önce not almışım. Değişiklik var mı diye bu yazıları ara sıra yineleyeceğim.