"Sevgili Kızım Safiye;
Bugün, benimle ilgili sarfettiğin kötü sözleri duydum. Üzülmedim desem yalan olur.
Ama ne için, ne kadar üzüleceğime bir türlü karar veremedim.
Sana mı üzüleyim, kendime mi üzüleyim, yoksa benim gibi seçilmiş ve adıyla hitap ettiğin, şu anki Cumhurbaşkanınız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a mı üzüleyim?
Bunların hepsini geçtim, senin başını örterek, ahlaki yetişkinliğe ulaştığını zannedip, büyüklere saygıyı ve mezarlıkta küfür edilmeyeceğini öğrenemediğini öğrenen ailene mi üzüleyim?
Bu laflarını ve bana karşı yapılanları düşündükçe, aklıma neyi eksik yaptım sorusu gelmiyor değil.
Dağılmakta olan bir imparatorluğu, dört bir tarafı düşmanla çevrili Anadolu’yu, köylerinde Rumların tecavüzlerine maruz kalan analarımızın olduğu şehirleri, silah arkadaşlarımla bir olup, gece gündüz demeden savaşarak kurtarmaya çalıştık.
Biz de bilirdik, Kazım Karabekir’le, İsmet İnönü’yle, Fevzi Çakmak’la Avrupa’ya kaçmayı.
Londra’da, Paris’te, Roma’da senin gibi aylak aylak gezmeyi.
Elinde kameralarla fotoğraf çekenlere 5 sterlin verip, Osmanlı’nın arkasından atmayı.
Ama yapmadık, yapamadık. İçimizde ki vatan sevgisi baskın çıktı.
Kimimiz evinden barkından oldu, kimimiz anasını, kimimiz eşini, kimimiz çocuklarını kaybetti.
Ama hiç pes etmedik.
Beni zaten biliyorsun.
Umarım öğretmenlerin anlatmıştır.
Hayatımın tamamı cephede geçti sayılır.
Evlenip, soyumu devam ettirmek için bile zaman bulamadım.
Senin yaşında, cephede binlerce Anadolu kadını öldü, senin bu günleri görebilmen için biliyor musun?
Nene Hatun’u anlattılar mı sana ondan haberim yok ama bence iyi bir araştır.
Diyorlar ya, ben Osmanlı’yı dağıtmışım... ben dünyaya gelmeden zaten Osmanlı birçok toprağını kaybetmişti. Balkanlarda, doğu da, güneyde kalmamıştı bir yer. Anadolu komple işgal altındaydı.
İşte biz silah arkadaşlarımızla Türklerin anayurdu bildiğimiz Anadolu’yu geri aldık.
Geri alınca da halkı yönetime katalım, halkın sözü olsun diye Cumhuriyeti ilan ettik.
Cumhuriyeti hiç ortaya çıkarmasaydım, İmparator gibi bir hayat yaşardım onu belirteyim.
Ama, Orta Asya’dan geldiğinden beri özgürlüğüne düşkün olan asil Türk Milleti’ne en uygun yönetim şekliydi Cumhuriyet.
Cumhuriyeti ilan eder etmez ilk işimiz, Osmanlı’nın parçalanmasına hız katan, senin gibi körpecik beyinleri istedikleri şekilde yıkayan, dini kendilerine göre öğreten tekke ve zaviyeleri kapatmak oldu.
Bırakalım da insanlar, son güzel dini, tertemiz kutsal kitap Kuran’dan öğrensinler istedik.
Tevhidi Tedrisat kanunu çıkarak Eğitim-Öğretimi birleştirdik.
Kız çocuklarının okuması için önlemler aldık.
Hatta sen bilmezsin belki, büyüklerine sor.
29 tane İmam Hatip Okulu ve İlahiyat Fakültesi açtık.
Kadınlarımız ezilmesin, yönetimde söz sahibi olsun diye, birçok Avrupa ve Dünya ülkesinde bile yokken, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdik.
Kadınları iş hayatına yönlendirdik, devlet memurlukları görevine aldık.
Ezilmeyin, yücelin diye.
Kızım, bu ülke, bu millet öyle yüce bir millettir ki; biz, Osmanlıyı kuran Ertuğrul Gazi’yi de minnetle anarız, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’i de, Anadolu’yu Türk Yurdu haline getiren Alparslanı’da.
Biliyor musun, Cumhurbaşkanı olduğum dönemde, Arap Kralı, Beytullah- Kabe’yi kaldıracağına dair bir söz sarfetmişti ve ben Krala bunu yaparsa Türk Ordusu’yla, Arabistan’ı yerle bir edeceğimi belirtmiştim.
Unutma yavrum, “
Tarihini unutmuş bir millet, başka milletlerin avı olmaya mahkumdur.”
Ömrüm yetmedi, 57 yaşında göç ettim fani dünyadan.
Ömrümü Türklüğe adadım.
Ölmeden önce, “
Benim naçiz vücudum elbet bir gün yok olacaktır, ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” dedim.
Mirasımın büyük bir kısmını, Türk Tarih Kurumuna ve Türk Dil Kurumuna bağışlamak için talimat verdim.
Şahsi meselem Hatay Sorunu’nun çözüldüğünü göremesem de, olayın tamamen bizden tarafa çözülmesi için tüm girişimleri yaptım.
Bugün, bana kötü sözler sarfettiğin yer var ya; Anıtkabir.
Orayı ben yaptırmadım.
Benim isteğim; Hatay, Dörtyol’a gidip, hayatıma orda devam edip orada kalmaktı.
Olmadı, İstanbul’da, acımasız bir hastalığın pençesine düşüp, orada öldüm.
İçkiden dolayı Siroz olduğumu söylerler.
Araştır, cephede maruz kaldığım şartlardan yakalandım.
Benden sonra gelenler de, benim için bir anıtmezar yaptırmayı düşünüp, Ankara’ya nakletmişler naaşımı.
Mektubumu fazla uzatmak istemiyorum.
Ben senin yaşındayken, askeri okulu bitirmiş, ülkeme nasıl hizmet ederim hesabı yapıyordum.
Sen de bundan sonra ki hayatında güzel şeylerle anılmak istiyorsan, ülken için, Türklük için, dinin için güzel şeyler yap.
Ben hala bütün ümidimin gençlikte olduğuna inanıyor ve seni en kalbi duygularımla selamlıyorum."
Gazi Mustafa Kemal
Diye bir mektup yazardı heralde bu kızımıza Ulu Önderimiz...
Ve bence de insanlara ceza yerine gerçekleri anlatmak, sözle, sevgiyle halledilecek bir durumu daha da keskinleştirir.
Saygılarımla..