Yazımı okudular mı acaba egosu oturdu içime.
Ya da tesadüf.
Ya da öngörü.
Ya da doğru mantık gütme.
Ancak karşılığını bulabilmesi için, sözlerin eyleme dökülmesi gerekir.
O yazımda bunlar da yer alıyordu.
Şimdi söz verdiğim üzere Ana Muhalefet Partisi ile ilgili düşünce ve öngörülerimi aktarayım izninizle.
Her türlü ankette iktidarın oy kaybettiği görülürken, ana muhalefetin oy arttıramaması, hatta tam tersi onun da oy kaybediyor olması partideki yetkilileri rahatsız etmiyor mu ?
Neden-sonuç ilişkisi üzerinde düşünmezler mi ?
Bir çare üretmezler mi ?
Bu yazıyı yazarken oturduğum sandalyeden görünen odur ki; ana muhalefet uzun vadeli stratejiden uzak, günlük taktiklerle işi idare etmektedir.
Kemik tabanının zaten kabullendiği çizgide siyasetini sürdürmekte ve onları kaybetmemek uğruna yeni yaklaşımlara kapalı durmakta.
Siyasette tek referansınızın din olması ne kadar tehlikeli ve yanlışsa, tek referansınızın Atatürk olması da o kadar tehlikeli ve yanlıştır.
Her ikisini de kendi partinizin fikri mülkiyetine alırsanız, diğerlerini ve oyverenlerini otomatik olarak karşıt olarak konumlandırırsınız.
Bu da toplumda bölünmelere yol açar ki vakıa budur. Yanlışlık ve tehlike de buradadır.
Gelelim tespitlerime:
Bizim toplumumuz ideolojide dogmatik, siyasal ve toplumsal davranışta pragmatiktir. (Bunların ne demek olduğunu Google’dan öğrenin lütfen. Tabii bilmeyenler.)
Ana Muhalefet ise ideolojide kaotik, topluma bakışındaysa romantik ve bunda ısrarlı.
Kemalizm diye bir şey yoktur. Çünkü Kemalizm bir ideoloji değil, bir felsefe, bir bakış açısı, bir yaklaşım, davranış biçimidir.
Atatürk herşey olabilir ve öyledir. Ancak asla bir ideoloji değildir. Belki olabilirdi ama buna ömrü vefa etmemiştir. Eminim o zengin ve birikimli kafasının içinde bir ideoloji oluşmaktaydı ama buna ömrü yetmedi.
Onun bıraktığı ve sistematiğe oturtmadığı fikirlerden Kemalizm diye bir ideoloji yaratmaya çalışmak en çok Atatürk’e zarar verir ve yıllar içinde gördük ki vermiştir de.
CHP’nin topluma bakışı romantiktir.
Evet.
Çünkü toplumsal fayda olarak sunduğu öneriler, çözümler ve programlarının çoğu bizim toplumumuz için soyut kavramlardır.
Adalet, basın özgürlüğü, insan hakları, kadın hakları, sanat, kültür, çevre gibi kavramlar müreffeh toplumların ajandasında olur ancak.
Ay sonunu getiremeyen adama sanattan, kültürden söz edemezsin. Ona ayıracak bütçesi yoktur.
Her hasatı borçla kapatan çiftçiye çevreden, ormandan söz edemezsin.
Bunun hesabını ahirette vereceksin diyen insana adaletten, hukuktan söz edemezsin.
Cahillerin köşeyi döndüğü ve rol model olduğu, iki üniversite mezunlarının 3-5 bin liralara talim edip toplumun gözünde değersizleştiği, çocuğum okuyacak da ne olacak duygusunun ağır bastığı bir yerde eğitimden söz edemezsin.
Hayır ille de edeceğim dersen toplumda heyecan ve dalgalandırma yaratacak, acaba oy versem mi, denesem mi dedirtecek bir coşkuyu yaratamazsın.
Bunlar ancak bayramdan bayrama (84 yıl sonra. Hala yeni bir şey üretemeden) 10. Yıl Marşı’nı söyleyerek tabanlarını mutlu ederler..
Asgari ücrete zam, emekliye iki maaş ikramiye gibi minicik şekerlemeler bile ne kadar heyecan yaratmıştı.
Her türlü meselenin temelinde ekonomi yatar.
Birincil dürtü karnını doyurmaktır.
Geriye kalanlar konfordur ve ikincil dertlerdir.
Benim için bu ülkedeki en çılgın proje, kitleleri coşturacak ve kente göçü tersine çevirecek iki önerim var.
Bunları yıllar önce dönemin Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a da bir toplantıda söylemiştim ve Sayın Hüseyin Çelik’e (yanılmıyorsam) not aldırmıştı.
Birincisi:
Tarım ve hayvancılığın dibe vurduğu, köylünün, çiftçinin ağaların elinde heba olduğu ülkemizde acilen bir toprak reformu ve hatta devrimine ihtiyaç vardır.
Hazinenin elinde milyonlarca dönüm arazi var. Tıpkı inşaat ve otel baronlarına tahsis edildiği gibi, kişi başı 10 dönüm mü, 5 mi, 20 mi bilemem, köylüyü, çiftçiyi ailesiyle rahat ettirebilecek rantabilitede bir miktar toprak (mirasla bölünmemek, tam tersi birleştirilmek kaydıyla) vatandaşa bedelsiz tahsis edilebilir.
Hayvancılık yapmak isteyene damızlıklar, tarım yapmak isteyene uygun tohumlar sağlanabilir.
Sonrasında Know-How destekleri mühendisler, veterinerler vasıtasıyla sağlanabilir.
Satış ve pazarlama konusunda kooperatifçilik yeniden gündeme getirilebilir ve böylece vatandaş emeğini sömüren aracı baronlardan kurtulur.
Ve saire ve saire. Bu terörü bile bıçak gibi keser ve oraya ayırdığınız askeri maliyetten daha düşüktür.
Bunun ardın da kentsel dönüşüm yerine kırsal dönüşüm ya da köysel dönüşümü gündeme getirir, TOKİ kaynaklarınızı oraya yönlendirirsiniz, yaşanabilir, modern köyler kurarsınız.
Sonra bakalım kente göç mü oluyor, köye göç mü oluyor.
Bunu gündemine alacak ve 2023'e kadar sonlandıracağına söz verecek bir partinin başka projeye ihtiyacı olmaz.
Ama bu pek çok rantiyenin, kompradorun işine gelmeyeceği bir şey olacağı için hayata geçemez.
Sanırım bunu göremeden öleceğim.
SAVAŞI SICAK MI SOĞUK MU TERCİH EDERSİNİZ?
Kapitalizmin en büyük para kaynaklarından ilki silah, ikincisi sağlık sektörüdür.
Yani bir taraftan öldürmeye, diğer taraftan yaşatmaya çalışarak para kazanır.
Sağlık için hastalık üretir ya da hastalıktan korunmayı pazarlayarak size ilaç satar ve ilaç bağımlısı yapar.
Savaş üretir yada savaştan korunmayı pazarlayarak size silah satar ve silah bağımlısı yapar.
İnsanlar savaş yanlısı değildir ve savaşmak istemez.
Sermayenin kontrolündeki kapitalist devletler sebep üreterek savaş çıkartır ve toplumlarını hamasetle ikna ederler.
Bu sebeplerin en geçerlisi terördür.
Uluslararası oyuncular terör örgütleri üretir ve bunların taşeronluğuyla terörü pazarlayarak başta kendi toplumları olmak üzere radarlarındaki diğer ülke ve halklarına savaşın ve silahın gerekliliğini pompalayarak silah satarlar.
Duvar yıkılmadan önce; dünya terazi gibi iki kutupluydu.
İki denk süper güç vardı.
Terazinin kefeleri eşit ağırlıktaydı ve terazi dengedeydi.
Bir gücün diğerine ya da kendi kampındaki bir ülkeye saldırması söz konusu olamazdı.
Çünkü bu, o iki süper gücün coğrafyası dahil tüm dünyayı kapsayacak bir savaşa sebep olurdu.
Ancak silah üretmek, pazarlamak ve satmak gerekiyordu.
Bunun içinde sebep.
Bahane.
Saldırma ve savaş olmayacaksa, olabilme ihtimaliydi bahane ve sebep.
Yığınlanan silahların kullanılmadığı, insanların ölmediği, casusların yürüttüğü bir savaş vardı.
Adına 'Soğuk Savaş' diyorlardı.
Duvar yıkıldı ve soğuk savaş bitti.
Artık silah üreticilerinin kendi coğrafyalarını etkilemeyecek savaşa ihtiyaçları vardı.
Bunun için de kendi coğrafyalarında belirli periyodlarla infial yaratacak terör saldırılarına ihtiyaç vardı.
Savaş bahane ister.
Batılı ülkelerin toplumları din uğruna savaşma bahanesini yemiyordu artık.
Çünkü rönesanstan sonra yavaşça akıl ve bilim yolunu tercih etmişlerdi.
Yeni bahane terör olmalıydı.
Bu terör örgütlerini de ancak akıl, bilim ve mantıktan uzak yaşayan bir coğrafyada üretirlerse o örgütlerin ürediği toplumlardan destek alması sağlanabilirdi.
Bu da terörün savaşa dönüşmesine neden olurdu.
İşte Ortadoğu coğrafyasında olan budur aslında.
Akıldan, mantıktan, bilimsel düşünce ve davranıştan uzak toplum olmanın getirdiği nokta 'Sıcak Savaş'tır.
Sebeplerle değil sonuçlarla ilgilenirseniz tarih tekerrürden ibaret olur ve siz de aynı sonuçları yaşamak zorunda kalırsınız.
İyi kalın.