Her zamanki poker face (ifadesiz) haliyle, “Söylediklerimi söylemedim, söylemediklerimi söyledim.” oyununu oynadı.
Şimdi muhalefetin işine geldiği için dört elle sarıldığı sayın Gül ve Arınç, bana her zaman ‘çekinilesi’ gelmiştir.
Korkarım böylelerinden.
Kokusuz, renksiz, tatsızdırlar.
Ne olduklarını kestiremezsiniz.
Bana içten pazarlıklı gelir.
Sanki biraz sinsi gibi.
Korkarım, güvenmem.
Ait oldukları yere de karşı tarafa da net gelmez.
Siyasi partilerde, hele hele 13 yıl gibi mutlak iktidar olmuşsa, elbette bir yerlerde kırılma olacaktır.
Elbette bir yerlerde yollar değişecek ayrılacaktır.
Elbette yönler değişecektir.
Bir davaya, bir partiye katılmak, gönül vermek ne kadar meşru ve kabul edilebilirse, ayrılmak, gönül koymak da o kadar meşru ve kabul edilebilirdir.
Buna ihanet demek doğru olmaz.
İhanet, içindeymiş, yanındaymış gibi görünüp iş çevirmek için fırsat kollamaktır.
Ben böyle hali, tavrı, düşüncesi net olmayanlardansa, rengini kokusunu belli edenleri tercih ederim.
Tehlikeli bile olsa, hiç değilse tehlikenin nereden geleceğini bilir, vaziyet alırsınız.
Şimdi gelelim sayın Arınç’ın söyledikleri ve söylemediklerinden çıkardıklarıma.
Hal ve tavırlarını belirlemek için seçim sonuçlarını bekleyecekler.
Bu arada parti için çalışıyormuş gibi görünerek ‘Paralelci’ damgasını yememeye çalışacaklar.
Çünkü bu damga güç kaybı oluşturur.
Seçimden sonra tek başına iktidar söz konusu olursa, etraflarında oluşturacakları 40-50 milletvekilinin baskısıyla, hükümeti sarayın güdümünden çıkarmaya çalışacaklar ve kendi eksenlerinde bir yön tayin edecekler.
2016’nın ilk çeyreğinde de olağanüstü kongreyle parti genel başkanı ve yönetimini değiştirecekler.
Başaramazlarsa, güvensizlik oyu oluşturacak sayıda milletvekiliyle iktidarı düşürüp koalisyon kuracaklar.
Eğer koalisyon iktidarı olursa, daha sessiz davranarak, saray ve Davutoğlu,nün başarısızlığı ve partiyi zayıflattığı üzerinden algı yaratarak yeni parti çalışmaları yapacaklar ve yeter sayıda milletvekilini transfer edecekler.
Yani birinci tercihleri partiyi ele geçirmek.
İkinci tercih bu olmazsa yeni parti kurmak.
Daha önce Erbakan’dan ayrılarak yaptıkları gibi.
Tüm bunları yaparken de yine ön planda değil, perde arkasında olacaklar.
Bunları ben söylemedim. Sayın Arınç’ın söylemediklerinden çıkarım yaptım.
Bakalım.
Göreceğiz.
KÜRESEL SERMAYE-KÜRESEL GÖÇ
1960 lı yıllarda dünyada solun yükselmesi ile sermaye emek çatışması da yükselmeye, emekçinin hak arayışı yoğunlaşmaya başlamıştı.
Dolayısıyla iş gücü pahalılaşıyordu.
Egemenler bir araya gelerek bir çözüm ürettiler.
Göç.
Ve kapılarını göçmenlere açtılar.
Ucuz iş gücü.
Kendi işçileri işsiz kaldılar.
Ve egemenler dedi ki; "Suçlu göçmenlerdir"
Böylece sermayeye yönelmiş mücadele öfke olarak göçmen işçilere döndü.
Egemen sermaye grupları rahatlamıştı. Onlarla uğraşan yoktu. Millet ekmeğinin derdinde kendi sınıfıyla mücadele ediyordu.
Ancak kapılar açılmıştı ve kapanamıyordu.
Bir sorun giderici olarak ortaya çıkan göçmenler göçmenlik politikaları daha da büyük bir sorun haline gelmişti.
Kendi ülkesini sömürmenin yetmediği sermaye ‘Küresellik’ masalıyla dünyayı sömürmeyi icad etti.
Ancak başta silah olmak üzere mal satarken liberal global (küresel) politikalardan yana olan demokrat ülkeler, sattıkları malların parasını kabul ettikleri ülkelerin, sattıkları silahlardan kaçan vatandaşlarını kabul etmekte yeterince liberal küresel olamadılar. Tutuculuğun dik alasını gösterdiler.
Bir lafım da savaş kaçkınlarına kucak açanlara. Düalist bakmak lazım.
Hani hamasetin çok sevdiği bir mısra var ya ; "Toprak, uğruna ölen varsa vatandır".
Toprağı uğruna savaşıp ölmekten kaçan, bir anlamda toprağını vatan yapamayan, düşmana terkedenlerin yeni yerleştikleri toprakları ne kadar vatan olarak benimseyeceklerini düşünmek lazım.
Elin ülkesinde sürünmektesin kendi vatanı uğruna savaşarak ölmeyi tercih etmez mi insan.
Türk'ler böyle yapmadı mı?
Ayrıca savaştan kaçan müslümanlar neden ‘gavur’ ülkelere göç etmek istiyor da, Katar, Yemen, Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE gibi kendi coğrafyası, kendi dini, kendi geleneğine yakın ülkelere iltica etmeyi düşünmüyor.
Biz de batının göçmen politikalarının eleştirirken, göçmenlere kapıları sıkı sıkı kapalı, hatta kilitli, varlık içindeki petrol zengini, yukarıda adı geçen ülkelerce tek laf etmiyoruz.
Soruyorum, cehaletime verin.
KOALİSYON
56 yıllık ömrümde görmediğim kadar ayrıştık, koptuk, bölündük, düşmanlaştık.
Futboldan bile dostluk yerine düşmanlık çıkartır olduk.
İstikrardan kasıt nedir bilmem ama dostluk, huzur, birlik, barış için koalisyon şart.
Toplumsal uzlaşmayı başka türlü sağlayamayacağız.
Öyle siyasilerin “ Biz biriz, kardeşiz” falan demesiyle olmuyor.
Önce siz tepede bir ve birlikte olma, kardeş olma becerisi gösterin, biz aşağıda bak nasıl bir ve birlik olup, kardeş kardeş yaşıyoruz.
AK Parti ve CHP’ nin ülke için elele vermesi, kinden intikamdan arınması, MHP ile HDP’nin ülke için kucaklaşması toplumun birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularının yeniden oluşması, güçlenmesi ve vatandaşların birbirini kabulü için önemlidir.
Sokaktan aldığım enerji budur.
Ve dileğim, samimi dileğim hiç bir ama hiç bir partinin tek başına iktidar olmamasıdır. En azından dört yıllığına.