Neden önemli?
Şimdi; normalde sermayedar az ücret ödemek ister.
Bu demode kapitalizmin yüksek kar elde etmek için birinci şartıdır.
Emek sermaye çatışmasının temelidir.
Ucuz emek peşinde koşar sermaye.
Sonra gelir ucuz enerji, ucuz ham madde.
Oysa ki dünyanın köklü capitalist sistemlerinde bu yol yanlış olduğu için terkedilmiştir.
Yeni capitalist sistemlerde ucuz iş gücü tercih sebebidir. Örneğin Çin.
Evet bu satışların artmasını sağlayarak büyük bir ekonomi oluşmuş gibi gösterir ama gerçekte büyük kapitalistler oluşması büyük ekonomi anlamına gelmez .
Paranın , karın, zenginliğin bölüşülmediği, tek sınıfta toplandığı sistemlerde dengesizliğin yarattığı huzursuzluk toplumların çatırdamasına yol açar.
Sonuçta ekonominin sağlamlaşması için, servetin adil dağılımı olmazsa olmaz ön şarttır.
Çocukluk yıllarımdan hatırladığım şey; yeni parlayan, piyasaya taklit ürünlerle giren Japonya bugünün Çin'i gibiydi.
Ucuz işgücüyle, ucuz taklit ürünlerle dünya pazarına girmişti.
Ancak sonrasında emek hakkını aradı, işgücü maliyeti yükseldi.
Yüksek maliyetli kol gücü yerini robotlara bıraktı ve yüksek maliyetli işgücü, koldan beyine dönüştü.
Japonya gerçek gücünü ve karını ucuz, taklit üretimden vaz geçip, kaliteli ve inovatif üretime geçtiğinde elde etmiştir.
Japonya o kulvarı terkedince, boşluğu Güney Kore doldurdu.
O da Japonya’nın izlediği yolu seçti.
Şimdi Aynı yolda Çin'i izliyoruz.
Meselenin aslı sermayedar’ın refahı mıdır, ülkenin refahı mıdır?
Mesela, eski dünya Avrupa ülkeleri neden ABD dahil tüm dünyanın imrendiği yerlerdir.
İşin sırrı dengede ve servetin dağılımındadır. Bu o ülkedeki yaşam kalitesini arttırır.
Yoksa ülke zenginliği açısından, örneğin İspanya’dan kat kat fazla olan bir Ortadoğu Emirliği’nde yaşam kalitesi ve genel refah İspanya’dan kat kat geridedir.
Şimdi bizde asgari ücretin artması, 1.300 TL olması konuşuluyor.
İşveren işfeveran halinde yine.
Yok bilmem ne kadarını devlet üstlensinmiş de, bu maliyetlerle üretim yapılamazmış da, yok sermaye Bulgaristan’a kaçarmış da, sermaye ürkekmiş de.
Ya lafı geldiğinde de bunlardan daha vatanseveri, milliyetçisi yoktur.
Asgari ücretin 1.300 e çıkması karınızdan en fazla % 2 eksiltir.
Bunu hesap kitap işlerinden anlayanlar bilir. Burada açıklayarak canınızı sıkmayayım.
Ben meseleye başka tarafından bakıyorum.
Cahil, azgın, ağzı köpüren kapitalistlerin bilmediği yönden.
Ekonomik zincir.
Yani; siz çalışanınıza daha fazla ücret verirseniz, o yılda bir yerine iki ayakkabı, ayda yarım kilo yerine bir kilo et, iki gömlek yerine dört gömlek alır. Bu örnekleri çoğaltın.
Yani tüketim iki misli artar ve işçisine daha fazla ücret ödeyen de bu zincirin halkası olarak satışlarını ikiye katlar.
Sonuçta karından fedakarlık ediyormuş gibi göründüğü bir durumda, sebat edilirse, sonuçta az oranda ama daha fazla kar sağlar.
Asgari ücretin artması doğal sonuç olarak tüketimi de arttıracaktır.
Burada devletin dikkatli davranması gereken nokta, tüketimin artmasıyla birlikte üretimi arttıracak tedbirleri de alması gerekir.
Yoksa kaçınılmaz olarak, artan tüketimi (talebi) karşılamayan bir üretim (arz) olursa, enflasyon kaçınılmazdır. Bu da çalışanın cebine fazladan giren paranın diğer cebinden alınmasına neden olur.
Ticarette arz talep meselesi önemlidir ya, hani bir mala talep ne kadar çoksa o kadar pahalı olur ya, gerekli önlemler öngörülür ve alınırsa üretim tüketim dengesini, kapasiteleri doğru ayarlayarak mal birim fiyatlarını düşük tutmak da mümkün olur. Çünkü aslında bilinir ki aynı maldan ne kadar çok üretirseniz, birim maliyet fiyatı da o kadar düşer.
İkinci önemli husus ise, şu anki asgari ücretli sayısının tesbitiyle, asgari ücret arttıktan sonraki sayının eşit olup olmadığına dikkat edilmesidir.
Yoksa asgari ücreti arttırırız ama asgari ücretli çalışan sayısında da rekor artış olur.
İşveren uyanıktır. Benden söylemesi.
Bence yeni hükümetin ekonomi kurmayları bu hususlara dikkat etmeli. En önemli ve kalıcı refah sorunumuz bu şekilde çözülür.
Ekonomik zincir, refah zinciri.
Keşke ekonomide görüşleri kale alınacak havalı biri olsaydım.
GAZ-FREN
Herkes pek bilmez.
2000 yılında Seat/Mutlu Cup adıyla düzenlenen ve Körfez Pisti’nde yapılan pist yarışlarında yarıştım.
Yarış okulundaki eğitimler sırasında, Balkan Şampiyonu hocamız ve yarış organizatörümüz Hakan Dinç’in bir lafı aklımdan hiç çıkmaz.
“Yarışı yalnızca gaza basarak kazanamazsınız, doğru yerde ve doğru zamanda frene basmayı bilmelisiniz. Yarışı gaza basan değil, frene basan kazanır. Gazlamayı herkes öğrenir, zor olan frenlemeyi öğrenmektir “ derdi.
Doğruydu da. Düzlükte dibine kadar basarsınız gazın, viraja yaklaştığınızda, doğru nokta ve doğru zamanda, doğru frenleme yapmaz ve apekste dengeli gazı ayarlayamazsanız spin atarsınız ve geçilirsiniz.
Hele hele önünüzdekini virajda geçmek için o frenlediğinde siz gaza basarsanız pistin dışına çıkarsınız.
Ben her başarısızlığımda frene basmadığımı farkettim.
Kimseye akıl vermek niyetinde değilim, haşa, ama hayatta yaptığım her şeyden ders alan biri olarak bir deneyimimi aktardım.
ETKİ-TEPKİ
Yukarıda yazdığıma bir örnek de lise tahsili yapmış ve fizik derslerini unutmamış olan her kesin bildiği; “ Fizikte her etki şiddeti kadar tepki yaratır “ prensibidir.
Unutanlar için hatırlatayım. Yani; siz, diyelim ki bir masaya ne kadar şiddetle vurursanız, masa size aynı şiddetle tepki verir ve şiddetin dozuna gore elinizin acıması artar.
Ya da otomobille bir duvara ne kadar hızlı vurursanız, duvar o hızla cevap verir ve hasar ölüme kadara varır.
Siz etkinizin şiddetini düşürmeden tepkinin şiddetini azaltmak isterseniz, araya ya bazı mekanizmalar ya da etkiyi abzorbe edici (soğurucu) bir system gerekir.
Yani öylesine söyleyeyim dedim.