Başında "Rab" var diye, öyle sanıldığı gibi mübarek ve anlamlı bir isim değildir.
Çünkü Arap kültüründe, kız çocukları insandan sayılmadığı için, kızı olanlar isim vermez numara verirlerdi.
Vahide isim değildi, birinci demekti. İlk doğan kıza verilen numaraydı.
Saniye ikinci demekti, ikinci kıza verilen numaraydı.
Selase ve Bite isimleri üçüncü demekti, üçüncü doğan kızlara verilen numaraydı.
Rabia da dördüncü demekti, dördüncü doğan kıza verilen numaraydı.
Bizimkiler de Rabia’yı çok mübarek ve çok dini içerikli bir isim zannederler.
Bilmiyorlar ki; Araplar, insandan saymadığı ve isim vermeye lüzum görmediği kız çocuklarına işte böyle numara takarlardı.
Tıpkı otomobillere takılan plakalar gibi.!
Dünya kurulduğundan beri kız çocuklarını, diri diri toprağa gömen kültüre sahip tek millet Araplardı.
Bunun esas sebebi ise; (İslamiyet öncesi) tefecilik yapan, fahiş faizlerle verdikleri paraları ödeyemeyen kişilerin kızlarına, karılarına el koyup pazarlayan insafsız ve ahlaksız, Arap egemenlerinin eline düşmesinden korkan Araplar, yeni doğan kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek bu akıbetten koruduklarını zannederlerdi..
Peki o çağlarda Türk’ler nasıldı?
Türk’ler kız çocuklarına, hatunlarına değer veren, onları önemseyen, insan yerine koyan, komutanlar ve hakanlar gibi yetiştiren bir milletti.
Ve insan hakları açısından da çağdaş kültürün örneklerini vermiş önder uluslardandı.
Eski Türkçe’de “namus” sözcüğü yoktu çünkü namussuzluk nedir bilmezlerdi!
Türk geleneğinde kadın arkadaştı, kadın anneydi, kadın sevgiliydi, tek başına bir devletti.
Ne zaman ki Türkler Müslüman oldu, Müslümanlık diye Arap kültürü geldi, kadın kadın olduğuna bin pişman oldu.!
Kadın dövmek malesef Türk’lerin Arap kültürüyle tanıştıktan sonra başlayan bir olaydır.
Eski Türk kültüründe, örfünde kadın her zaman el üstünde tutulurdu.
Tarihe geçmiş Cengi Han’ın eşi için söylediği;
“Ben sizin han’ınızım, bu da benim han’ım” sözleriyle dilimize yerleşen “hanım” kelimesi de bunu göstermektedir!
Yani Kadın evin Hanıydı,
(*Mustafa Durmuş’ un Tomris’ ten Rabiya’ a adlı kitabından)
Yazardan not:
Gayet iyi biliyoruz ki; şu anda ortalık şeyh, şıh, hoca v.s ulemadan geçilmiyor.
Bu konuda enflasyon var.
Ve sanki bu resmî politika haline gelmiş ve yönetim tarafından destekleniyormuş gibi görünüyor.
İktidar ve çevresi bu şarlatanlara mesafe koymalı hatta karşı tavır almalıdır.
Aksi takdirde uzun vadede en büyük zararı iktidar görecektir.
FETÖ’ye vaktiyle tavır alınsaydı mesela.
Dindar olma meselesine gelince;
Kuran’ı anladığınız dilde okumadan,
falanca şeyhi dinleyerek,
filanca hocanın dediklerine kanarak,
yok başını örterek,
takke takıp sakal bırakarak şekilci
davranışlarla Müslüman ve dindar olamazsınız.
Olsanız olsanız “mış” gibi olursunuz.
Ben 4 ayrı tercümeden okuduğum halde, Kuran'ı okumamış çıkar ve trend dindarlarıyla karıştırılmamak için dindarım demiyorum.
Üstelik diğer kutsal kitapları da okudum.
Adı "barış" tan gelen bir dini, günümüzde savaş, kin, nefret, öfke ve kavgayla özdeşleştirmeye çalışanların ve bunu dindarlık adına yaptığını iddia edenlerin tez vakitte islah olmaları dileğiyle.
Kitabın emrettiği ilk söz olan "Oku" daki okunması istenen Kuran'ın kendisidir.
Şeyh bilmem kimin kitabı değil.
Anlatabildim mi ikinci el dindarlar?