Derslerine girdiği profesörlerin içinde en çok onu severdi.
Dersinden iki sene önce geçmiş olmasına rağmen, sırf ona olan hayranlığından hala, zaman zaman derslerine girerdi.
İki gün sonra bayramdı.
Elini öpüp, bayramlaşmak için ziyaret etmişti hocasını. Üç beş sohbetten, hal hatırdan sonra,
"Ne olmak istiyorsun?" diye sordu, her zamanki bilge tonlamasıyla profesör.
"Sizin gibi bir entelektüel olmak istiyorum." dedi.
"Senden entelektüel olmaz" dedi İlber Hoca.
Afallamıştı öğrencisi, sonra, kırılgan bir ses tonuyla;
"Dersinizi geçmeme rağmen sürekli dersinize girmeye devam ediyorum ;
okulda en çok okuyan, araştıran ve tartışmalara giren, hep benim?" dedi.
Hoca, bir tatlı, küçük kahkahanın ardından
"Senden 'Entelektüel' olmaz" diye yineledi.
Çok kızmıştı genç adam.
"Doçentlik tezlerini hazırlayanların konularını bile ben öneriyorum" dedi.
Profesör, o bilindik umursamaz tavrıyla geriye yaslandı.
"Senden çok iyi bir araştırmacı olur ama entelektüel olmaz.
Nedenine gelince,sana entelektüel olamazsın dediğimde,bana bir entelektüel gibi ‘Niçin olmaz?’diye sormadın, aksine alındın ve hiddetlendin.
Yazarlık bilgi işidir.
Entelektüellik bilgi değil, davranış biçimidir.
Bir insanın entelektüel olması için en az üç kuşak sülalesinin okumuş olması gerekir."
Dönüp kalmıştı.
Profesör, oturduğu koltuktan kalktı. Pencereye yaklaştı.
Gözlerini dışarıdan ayırmadan devam etti...
"Okulun önündeki otoparka bak.
Hepsi son model araç dolu ve hocalara ait.
Her sene model yenilerler. Gerçekten böyle bir yenilenmeye ihtiyaçları var mı?
Niçin bu şekilde yaşıyorlar?
Çünkü o ünvanlarla gördüğün hocalarının kariyerleri ne kadar yüksek olursa olsun, ruhları feodal bir köylü. "
Döndü profesör , bir kaç adım arkasında kıpırdamadan duran, en sevdiği doktora öğrencisinin karşısına geldi.
Masmavi gözlerini öğrencisinin gözlerine dikti.
Bakışlarının tüm sertliğine rağmen dudaklarında tebessüm, sesinde babacan, alaycı bir tını vardı şimdi.
"Güçlerini topluma kabul ettirmek için böyle hava atmak zorundalar işte. Gerçek bir entelektüel asla bu güdüyle hareket etmez."
Öğrenci, babasının parasıyla geçen sene aldığı arabasını yeni modeliyle değiştirdiğini hatırladı.
Yüzü kıpkırmızı oldu.
Bakışları, profesörün ceketinin orta düğmesine kilitlenmişti.
Bu şurada profesörün uğultu haline gelen sesi; bir boksörün yavaş gösterim, indirici aparatı gibi geldi.
"Entel feodal köylülere artık diploma ve ünvan da yetmez.
Tıpkı paranın yetmediği gibi."
Son yıllarda, tartışma programlarında boy gösteren, ahkam kesip arpalanan, kariyerlerinin ne olduğunu bilmediğimiz 20-30 kelimeyle cümle kurmaktan bile aciz, derdini anlatmaktan malul, türedi, tufeyli, fikri kıt, vicdanı kıt, irfanı kıt, sözüm ona gazeteci, yazar, hukukçu,profesör, doçentler falan çoğalınca aklıma geldi.
"Kendisi muhtaç-ı himmet bir dede, kalkmış aleme himmet ede" derdi babam...
Kıt aklıyla akıl vermeye çalışanlara.
Siz ne dersiniz?