Türkiye Cumhuriyeti, parlamenter sistemin idari noktadaki ağır işleyişindeki aksaklıklardan kurtulmak için, başkanlık sisteminin yeni bir adlandırmasını üreterek, Türk Tipi Cumhurbaşkanlığı (Başkanlığı) sistemine geçti.
Özellikle Evet oylarının daha yüksek çıkmasını bekleyenlerin daha yüksek bir Evet oyunu hedef koymaları ve bu beklenti içine girmeleri neticesinde, %90'lar civarındaki bir katılım oranı ile yapılan referandum da %51,5 Evet çıkması, bir başarısızlık imiş gibi bir imaj oluşturulmasına neden oldu. Oysa ki, İntgiltere’nin AB den çıkıp çıkmayacağının oylandığı meşhur Brexit oylamasında,referanduma katılım oranı %50'ler civarında idi ve %51,9 ile Brexit kararı çıktı. Avrupa’nın en demokratik ülkelerinin başında yer alan İsviçre’de 2014 yılında yapılan referandum da ise %50,3 ile karar alınmıştı. Polonya’da 2015 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yine %51,5 Cumhurbaşkanı seçilmişti. Avurturya’da 2016 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde de %53,3 ile karar alındı. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Burada söylemek istediğimiz %90 lara varan rekor bir katılım oranı ile alınan %51,5 lik EVET oyu, Demokratik katılım ve oran olarak 16 Nisan’da alınan sistem değişikliğine dair kararın meşruiyeti noktasında herhangi bir şüpheye yer bırakılmamasının gerekliliğidir.
Seçimde YSK ve organlarından kaynaklanan hatalar nedeni ile ortaya çıkan mühürsüz oy ve sair vakaları ile EVET oylarının ve nihayetinde referandum sonuçlarının şaibeli olduğuna yönelik eleştiriler ise, yine hatanın sebebi olan YSK nın aldığı, ‘’YSK ve organlarından kaynaklanan hata, yanlış ve sairlerden kaynaklı nedenlerle vatandaşın en temel anayasal hakkı olan seçme hakkının ve iradesinin iptal edilmesinin demokratik hak ve özgürlükler anlamında kabul edilemez.’’ Kararı ile geçerli sayılmıştır. YSK’nın tek işi olan seçim düzenini kurmayı, idare etmeyi, yürütmeyi becerememesi ve her seçimde YSK dan kaynaklı çok açık problem, hata ve yanlış ile karşılaşılması YSK’ya bir çeki düzen vermek gerekliliğini de ortaya koymaktadır.
Referandum konusu olan Anayasa değişikliklerinin teknik bir konu olması nedeni ile, propaganda sürecinde ciddi sorunlarla karşılaşılması gayet doğal idi. Referandumun kabul edilmesine karşı olan ‘HAYIR’ oyu verilmesini savunanların, ‘Türkiye bölünecek’, ‘eyalet sistemine geçilecek’, ‘tek adamlık’ ‘diktatörlük’ gibi iki-üç kelimeyi aşmayan negatif ve insanlara korku salan sloganlarını –işi bir ara lokantalar kapanacak seviyesine kadar indirmişlerdi.-bertaraf etmek için saatlerce izahat yapmak, teknik bir konuyu açıklamak elbette zor idi. Kitle psikolojisinin olumsuza, slogana yönelik algı önceliğinin olması da, ilk önce bu olumsuz algıların-önyargıların yıkılmasını sonra da teknik bir konunun izahatını gerektirdi.
Tam da burada HAYIR oyu veren %48,5 lik kesimin içinde en az %10 luk bir milliyetçi ve dindar seçmen-vatandaş kitlesi olduğunu görmek gerekir. Eyüp ve Üsküdar gibi dindarlığı ile tanınan ilçelerde HAYIR oyunun yüksek çıkması dahi başlı başına HAYIR için propaganda yapan ve önemli bir kısmı sol siyasetin değişik yelpazelerinden siyasi oluşumların oluşturduğu kesimlere, bu oyların kendi taban oyları olmadığı gerçeğini hatırlatmalıdır. Ve Referandum sonucuna dair hukuki ve demokratik protesto sınırlarını aşan ve şiddete yönelecek tepkilerinin karşısında evvel emirde, bu %10 luk kesimin duracağını da bilmeleri gerekmektedir. Ve yine EVET oyu verilmesi gereğine dair propaganda yapanların ise, kendi oy tabanlarından %10 u aşan bir kesimi dahi ikna edememelerinin nedenlerini sorgulamaları gerekmektedir.
Tüm bunlara rağmen yukarıda izah ettiğimiz nedenlerle ve daha söylenebilecek pek çok nedenle, Referanduma çıkan EVET oy oranı az değildir ve bu oranlar başarıdır.
Ancak bu başarı referandum değişikliğini savunan ve dolayısıyla EVET oyu isteyen AK Parti’nin referandum sürecindeki (salon toplantıları ve steril ortamlardaki propaganda faaliyetleri gibi) ve daha da ötesinde genel olarak yaptığı ve içinde bulunduğu hata ve yanlışları göz ardı etmemize neden olmamalı.
Metal ve mental yorgunluk yaşayan AK Parti, halktan,milletten, toplumdan yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığına dair sinyaller vermektedir. AK Parti, kendi siyasi ve sosyal elitizmini oluşturarak, kuruluş kodlarındaki değişim ve dönüşümün partisi imajı yerine devletçi ve sistemi eleştiren bir yapı yerine, sistemin statükocu bir partisi görünümü vermeye başlamıştır.
Buradan devam edeceğiz, İnşaAllah!..