Adalet, Mülkün Temeli'dir..

Bir milletin medeni olup olmadığının ölçüsü ne gayri safi milli hâsılası, ne lüx yaşam alanları, lüx araçlarla debdebeli yaşam tarzı gibi olgulardır.

Zira bunların hepsi dönemsel ve gelip geçici şeyler olabilmektedir. Bir dönem zengin ve müreffeh olan toplumlar, gün gelip bir kriz ile tepetaklak olabiliyorlar. Dolayısı ile bir toplumun ya da milletin medenileşmesi için maddi unsurları kesin ve net bir mihenk, kıstas olarak kabul etmek mümkün değildir.

Bir toplumun, bir milletin, bir devletin medenilik seviyesi daha çok adalete verdikleri önem ile ölçülebilir, ancak. Eğer bir ülkede adalet tam, yerinde ve zamanında gerçekleşiyorsa, bu haliyle adalete olan güven sarsılmaksızın varsa, halk kanun koyucularının koydukları kanunların doğru,yerinde ve adil olduğuna inanıyorsa, kanun uygulayıcıları olan hâkim ve savcılara güveniyor kararlarının adil olup olmadığını sorgulamıyorsa, halkın haksızlığa karşı hassasiyeti yüksek ise, karar verici hâkim ve savcılar görevlerini sadece koltuklarını doldurmak mevkii ve makamlarını egolarını tatmin etmek için değil de tarafsız ve bağımsız bir şekilde adalet dağıtmak üstün gayesi ile yapıyorlarsa o ülke sarsılmaz, düştüğü yerden kalkmasını bilen sağlam bir üstün bir medeniyet kurmuş demektir. Bir toplum, bir millet, bir devlet ancak adaletle hayatiyetini devam ettirebilir.  
Adaletin olmadığı yerde, zulüm, haksızlık, huzursuzluk var olacaktır. Adalet sistemi bozuk olmayan bir toplumsal yapının hiçbir mekanizması sürekli, kalıcı veya uzun süreli bozuk kalamaz.

Çünkü düzgün işleyen adalet mekanizması, bozuk, çürük diğer mekanizmaları da düzene sokacaktır. Kaldı ki, hak arama kültürüne sahip, ülkesinin adalet mekanizmasına güvenen bireylerin yaşadığı bir toplumda vatandaşlar da, bozulan ve/veya çürüyen diğer mekanizmaların düzelmesi için caydırıcı, denetleyici, hesap sorucu bir rol icra eden duyarlı ve bilinçli birer vatandaş haline gelirler.

Bir devleti oluşturan millet ve daha küçük her toplumsal birimin ve dahi birer birey olan vatandaşların devletin adalet mekanizmasına olan güven derecesi esasen, o devletin kendisine ve rejimine olan güven ve sadakatleri ile doğru orantılıdır.

Eğer bir toplumda adalet mekanizmasına güven azalmış/kalmamış ise artık o devletin rejimi, idari sistemi ve devletin kendisine olan güven kalmamış demektir. Bu yüzdendir ki, Adalet Mülk’ün temelidir.

Bir devletin ordusu zayıf ise bu ancak bir savaşta kendini gösterecektir. Bir devletin ekonomisi bozuk ise insanlar fakir bir yaşamı da kabul ederek yaşayabilecektir. Bir devletin eğitim mekanizması bozuk ise sonuçları ancak birkaç nesil sonra ortaya çıkacaktır. Ancak bir devletin adalet mekanizmasına güven kalmamış ve adalet mekanizması çürümüş ise, o toplumda anarşi baş gösterir ve herkes kendi hakkını kendi aramaya başlar ve bu toplumsal bir yıkıma doğru evrilir.

O yüzdendir ki, gecikmiş adalet, adalet değildir ya da adalet gecikmez tez verilmeli sözleri ağızlarımıza pelesenk olmuştur.

Bir toplumun, devletin adalet mekanizmasının tarafsız, bağımsız ve adil olması, yasa koyucular kadar yasa uygulayıcıların niyet, kültür ve bakış açıları ile de büyük oranda ilgilidir. Adalet dağıtıcısı diyebileceğimiz adalet uygulayıcıları olan hâkim ve savcıların görevleri ilahi bir kudrettir. Bu kişiler bilmelidir ki, bu görevler kendilerine devlet tarafından verilen bir ayrıcalık değil, bireyler, toplumlar tarafından verilen ilahi bir emanettir. Kendilerine böylesi bir ilahi kudretin verildiği kişiler, metin yani dayanıklı ve sağlam karakterli, mekin yani vakarlı, temkinli, fehim yani üstün bir anlama-kavrama gücü, müstakim yani doğruluktan şaşmayan, vicdanlı, muktedir bir kişilikte olmalıdır.

Kanun koyucular ve kanun uygulayıcıları bulundukları mevki ve makamların büyüsüne kapılmadan şunu bilmelidirler ki; insan nefis sahibidir ve insan nefsi elinde imkân olduğunda kendisinin ve/veya yakınlarının çıkarı için başkalarına haksızlık yapmak için insanı zorlayacaktır. Kanun koyucular ve uygulayıcılar nefislerine mağlup olmak bir yana haksızlıklar karşısında insanları koruyacak tek mercinin adalet mekanizması olduğunu ve bu merciin de adil, bağımsız ve tarafsız işlemesinin de kendi ellerinde olduğunu unutmamalıdırlar.

Kanun uygulayıcıları adalet dağıtıcıları bu ülke kültürünün temel taşları olan İbni Arabi, Mevlana, Yunus Emre gibi değerleri tekrar ve tekrar okumalıdırlar ki, bulundukları makamları nefis, heva ve heveslerinin kontrolüne geçmesin.

Kanun koyucular ve kanun uygulayıcıları adalet dağıtıcıları yine bu toplumun tarihini dikkatle okumalıdırlar ki, Fatih Sultan Mehmet’in kollarının kesilmesine karar veren Çelebi Hızır Bey gibi adil ve cesur; Yıldırım Bayazıd’ın tanıklığını kabul etmeyen ve onu mahkeme salonundan çıkaran Molla Fenari gibi cesur ve bağımsız; Yavuz Selim’in fermanını kanuna ve şeriata uygun değildir diye uygulamayan Molla Gürani gibi adil ve vicdan sahibi cesur kanun uygulayıcı ve dağıtıcısı kadılar ile; adaleti uyguladılar diye kılıçları ve güçleri ile dünyayı dize getiren ama adalet dağıtıcısı uygulayıcıların uygulamaları ve kararlarına saygı duyan ve nefislerine yenilmeyen Fatih’i, Yıldırım Bayazıt’ı, Yavuz Selim’i nice kişileri tanısınlar.

Kanun uygulayıcısı olmak demek, mazlumların koruyucusu, acizlerin kimsesizlerin vasisi, zalimlerin hilebazların düşmanı olmak demektir. Kanun uygulayıcıları adalet dağıtıcıları görevlerini layığı ile yaptıkları takdirde ne kadar ulvi bir görev ifa ediyor olsalar da, aksi durumda görevlerin ihmali, suiistimali durumunda ise en korkunç sonuçları doğuracak, bireysel hatta toplumsal afetlere yol açabilecek bir hal de alabilecektir.

Kanun uygulayıcıları adalet dağıtıcıları görevlerini yaparken yukarıda bahsettiğimiz gibi mevkilerini devletin ve/veya iktidarın kendilerine sunduğu birer lutuf olarak değil de, milletin kendilerine verdiği birer emanet olarak görmeleri ve sadece kim olursa olsun adaletin tecelli etmesi gerektiği bilinci ile hareket etmelidirler. Bu yüzdendir ki, adalet bağımsız ve daha önemlisi tarafsız olmalıdır. Adalet mekanizmasının tek bir tarafı olabilir o da yine adaletin kendisidir.

OGÜNhaber