Amsterdam, toplam uzunluğu 2 bin 400 kilometreye ulaşan setlerin çevrelediği bir iç denizde yer alan ve siz fark etmeseniz de aslında 90 adacıktan oluşan eski bir denizci kenti. Melankolik gökyüzünün büyüleyici birer Rembrandt tablosuna dönüştürdüğü su kanallarıyla ünlü Amsterdam’ı asıl sonbahar ve kış aylarında görmek gerek. İki yakasını yüzlerce köprünün birleştirdiği kanallarıyla ünlü kentin, “Kuzey’in Venedik’i” olarak anılması boşuna değil. Üç ana kanal, kent merkezini saran metro ağıyla birleştirilmese Amsterdam’a gelen herhangi bir gezgin burayı bir arapsaçına benzetebilirdi pekâlâ. Sıfır rakımlı kent, sular altında kalma tehlikesinden kanallar ve dev setler sayesinde kurtulabilmiş. Amsterdam, toplam uzunluğu 2 bin 400 kilometreye ulaşan setlerin çevrelediği bir iç denizde yer alan ve siz fark etmeseniz de aslında 90 adacıktan oluşan eski bir denizci kenti. Su kıyıları boyunca uzanan rengârenk kanal evlerinin çoğu, 16. yüzyıldan kalma. Kanallarda dizili yüzer evleri, alçak güverteli gezi tekneleri, sıra sıra daracık tarihi apartmanları, açılıp kapanan köprüleriyle Amsterdam, âdeta oyuncak bir kent gibi… Geceleri yüzlerce minik lambayla aydınlatılan Amsterdam köprüleri ise kenti bir düşler ülkesine dönüştürüyor.
Nieuwe Spiegelstaat Caddesi’nin Herengracht kanalıyla buluştuğu “altın köşe” adıyla anılan Golden Bend’te, kentin en güzel tarihi evlerinden bir bölümü sıralanıyor. Çoğu 17. ve 18. yüzyıllara ait evlerin karakteristik özelliği, çifte merdivenler ve zamanın modasını yansıtan süslü tepe kornişleri. Kanaldaki gösterişli evlerden biri olan Kattenkabinet’te ise tamamı kedilerle ilgili zengin bir sanat ve obje koleksiyonu sergileniyor. Kentin birbirinden ilginç karakterleri ise Amsterdam’ın renkli yaşamının önemli bir parçasını oluşturuyor. Aristokrat edasıyla tek tekerlekli bir bisiklet süren silindir şapkalı ve smokini Amsterdamlı, Charlie Chaplin kılığında bir sokak şovmeni, dev ayakkabılı palyaçolar, sokak müzisyenleri, ücret karşılığı şiir okuyanlar, tarot açanlar... Hepsi Amsterdam’ın renkli yüzünün parçalarından bazıları.
MÜZELER CUMHURİYETİ
Amsterdam’da havaalanından kent merkezine en pratik ve ucuz şekilde trenle ulaşılabiliyor. Her 10 veya 20 dakikada bir ana terminalin altından kalkan trenler, yolcularını kent merkezindeki Central Station’a götürüyor. Taksiler, Türkiye’ye kıyasla pahalı. Kenti yürüyerek veya bisikletle gezmek ise çok kolay. Kentin her yerinde, günlüğü birkaç avroya bisiklet kiralamak mümkün. Yaklaşık bir milyon nüfuslu kentte, neredeyse 500 bin bisikletli olduğu biliniyor. Yılda ortalama 80 bin bisikletin çalındığı kentte, bisikletlerin çoğunun eski moda olmasına şaşmamak gerek. Kentteki önemli turistik noktaları ring seferleriyle birleştiren tramvay, gezginler için kullanışlı bir ulaşım aracı. Kente nüfuz etmenin en iyi yollarından biri ise kanal turları. gezisi için pedallı teknelerden kiralamak veya kanal taksisi ya da kanal otobüslerini kullanmak mümkün. Amsterdam gibi dört mevsim turizme açık bir şehirde çat kapı otel bulmak o kadar kolay değil. O yüzden buraya gelmeden önce mutlaka odanızı rezerve etmenizi öneriyoruz. Özellikle Paskalya ve Noel gibi dönemlerde rezervasyonsuz yer bulmak neredeyse imkânsız. Sokak pazarlarında gezinmek, buraya özgü ritüellerden biri. Albert Cuypstraat Caddesi boyunca yayılan yaklaşık 1,5 km. uzunluğundaki sokak pazarı, Avrupa’nın en büyük açık hava alışveriş merkezlerinden biri. Kentin ünlü bitpazarlarından Waterlooplein, tıpkı kentteki diğer açık hava pazarları gibi pazar günleri kapalı. Dahası Amsterdam, kentin her yanına dağılmış, birbirinden ilginç ürünler satan dükkânlarla dolu. Şehide Rock’n Roll plaklarından antika eşyalara, şekerleme çeşitlerinden hediyelik eşyalara hemen her şey bulmak mümkün. Kentte uğranması gereken yerlerden biri de Yüzen Çiçek Pazarı. Yani Bloemenmarkt. Singel kanalının güney bölümü boyunca yayılan bu renk panayırından etkilenmemek zor. Sabit mavnalar üzerinde duran onlarca çiçek dükkânından oluşan pazarda, lalenin yüzlerce çeşidinden, minyatür bonzai ağaçlarına kadar her şey mevcut. Vondelpark’ın yakınındaki müzeler bölgesinde, gösterişli bir saray binasındaki Rijksmuseum’un (Ulusal Müze) gözbebeği ise kuşkusuz Rembrandt eserleri.
Yılda 1,5 milyona yakın ziyaretçi
ile ülkenin rekortmeni olan müzede, sadece tabloların sayısı 5 bini aşıyor. Hollanda’nın dahi isimlerinden Van Gogh’un adını taşıyan müze ise Rijksmuseum’a sadece 5-10 dakika mesafede. 1973’de açılan müzede, Van Gogh’un kısa sanat yaşamı boyunca ürettiği 200 tablo ve 500 çizim ile kişisel eşyalarının yanı sıra; Monet ve Gauguin gibi sanatçıların eserlerine de yer verilmiş. Birbirinden ilginç müzelere ev sahipliği yapan Amsterdam’da aralarında deniz, futbol, ırkçılık ve Orta Çağ işkence aletleri konseptlerinde düzenlenmiş pek çok sıra dışı müze ziyaretçilerini bekliyor.
SANAT KOKAN KENT
Özgürlüğün başkentinde sanat baş tacı edilmiş durumda. Botanik bahçelerinden eski kiliselere ve sokak aralarına kadar kentin hemen her yerinde bir etkinliğe rastlanıyor. Turistlerin buluşma noktalarından biri olan Dam Meydanı’ndaki Koninklijk Paleis (Kraliyet Sarayı), gün boyu pandomim gösterileriyle şenleniyor. Hollandalıların kahve tutkusu, kentteki kafelerin bolluğundan anlaşılıyor. Son derece samimi bir atmosfere sahip Amsterdam kafeleri yıl boyunca canlı atmosferleriyle dikkat çekiyor. Hollanda mutfağının zenginliğinden söz etmekse biraz zor. Uzak Doğu mutfağının ağırlığının hissedildiği Amsterdam restoranları, tam bir yerel lezzet cenneti. Renkli insan manzaralarının kenti Amsterdam’da “İstediğin gibi yaşa, istediği gibi yaşasın” bakış açısı hâkim. Güneşi görünce yeşil alanlarda yaşanan hareketlilik ise olağan bir durum. Keza bir parça güneş gören Amsterdamlılar, parklara, bahçelere ve avlulara çıkıp güneş banyosu yapmakta gecikmiyor. Gerçek bir kozmopolit metropol olan Amsterdam’da, 142 farklı ülkeden insanın yaşadığı söyleniyor. Kentte İngilizce kullanılması çok yaygın. Gece hayatının perşembeden başlayarak hafta sonu boyunca canlandığı Amsterdam’da, cuma ve cumartesi geceleri, multimedya harikası gece kulüplerindeki kalabalıklara karışmak popüler bir eğlence biçimi. Amsterdam’ın belki de en çok ilgi çeken bölgesi Red Line District (Kırmızı Işıklı Bölge), kentin ve günlük yaşamın tam orta yerinde yer alıyor. Burada ışıkların kızarması, 14. yüzyıla kadar uzanıyor aslında. Bölgenin tarihi, kentin en eski binası olan 1306 tarihli Oudekerk, yani Eski Kilise ile yaşıt. Mahallenin kanal boyundaki sokaklarını dolaşırken, her adımda yaşamın renkleriyle karşılaşmak hiç sürpriz değil. Buraya kadar gelmişken taşraya uzanıp Amsterdam turunuzu zenginleştirebilirsiniz. Çevre gezilerine çıkanların favorisi ise değirmen turları. Ayrıca Zaanse Schans, Edam, Volendam ve Marken köyleri, Hollanda’nın kırsal yaşamına konuk olmak için ideal yerlerden. Bu köylerden geleneksel Hollanda peynirleri ve tahta ayakkabı gibi yöreye özgü
ürünler satın almak size kalmış. Ne dersiniz, Amsterdam’ı ziyaret etmek için yeterince nedeniniz yok mu?
NASIL GİDİLİR?
İSTANBUL’DAN AMSTERDAM’A TARİFELİ HAVAYOLU SEFERLERİNİ KULLANARAK HAFTANIN HER GÜNÜ KARŞILIKLI SEYAHAT ETMEK MÜMKÜN. HOLLANDA’YA GİRİŞ İÇİN SCHENGEN VİZESİ ALMAK GEREKİYOR. VİZE İÇİN HOLLANDA BAŞKONSOLOSLUĞU’NA BAŞVURU YAPABİLİRSİNİZ