Tüm zamanların en çok satan 10 kitabı ve özetlerini sizler için derledik.

En çok satan 10 kitap

Romanın ana karakteri Raif Efendi; sessiz, içine kapanık, duygularını söylemeyen, eline vur ekmeğini al cinsten bir adamdır. Hayatına hiç beklenmedik bir anda, bir heyecan girer. Bir sanat galerisinde gördüğü tablodaki kadına aşık olur. Daha sonra tablodaki bu kadınla tanışır ve duyguları daha da şekillenir. Karakterleri çok farklı olmasına rağmen, birbirlerini tamamlayan Raif Efendi tablodaki kadın Maria arasında bir ilişki başlar. Masallardaki gibi başlayan aşkları ne yazık ki kötü sonla biter. Raif Efendi’nin Berlin’den ayrılmak zorunda kalması ile araya mesafeler girer. Bir süre sonra ilişkileri biter ve Raif Efendi yıllar sonra Maria’nın öldüğünü öğrenir.

Romanın kahramanı Rodion Romanovich Raskolnikov adında bir gençtir. Yoksul bir genç olan Raskolnikov’un hayata, topluma, ailesine, dostlarına ve toplum ahlakına bakış açısına tanık oluyoruz. Yazar öyle etkileyici bir üslup kullanmış ki, Raskolnikov bir katil olmasına rağmen ona sempati duyuyorsunuz hatta bazı yerlerde acıma duygunuz devreye giriyor.

Birçok ismin bulunduğu kitabın ana karakteri Selim Işık’tır. Arkadaşı Turgut Özben, Selim’in intihar ettiğini öğrenir ve onu ihmal ettiği düşüncesine kapılır. Ardından Selim’i tanıyan herkesle irtibata geçer, onların dilinden arkadaşını dinleyerek, daha yakından tanımayı amaçlar. Turgut arkadaşını çözmek adına birçok kişiyle konuşur ve Selim’in karakteri okuyucunun gözünde netlik kazanmaya başlar. Selim; sürekli sorgulayan, kendini hayatın dışında hisseden, herkes oradayken kendini orada göremeyen, kısaca hayata tutunamayan biridir.

Mektuplaşmak, yeni neslin çok da bilmediği ve aşina olmadığı bir kavramdır. Eskiden mailler, cep telefonları, görüntülü aramalar olmadığı için sevgililer birbirlerine sürekli mektup yollarmış. Milena’ya Mektuplar kitabı ise bana göre iki sevgili arasında geçen, en güzel ve en sanatsal mektup zinciri. Fakat kitapta sadece Kafka’nın Milena’ya yolladığı mektupları okuyoruz. Yani Milena’dan gelen mektuplara yer verilmemiş. Bunun sebebinin de Milena’nın mektupların çoğunu yakması ve kitaba eklenmesine izin vermemesi olduğu biliniyor. Kafka birçok yerde; “Sevgili Bayan Milena…” diye başlıyor sözlerine. Sevgiliye duyulan aşk ve sadakat kelimelere daha nasıl güzel dökülür, nasıl böyle müthiş bir dille anlatılır bilemiyorum. Milena’ya Mektuplar benim de en sevdiğim ve kitaplığımın baş köşesinde duran, en değerli Kafka eserlerinden biridir. Duygusal sevenlerin okumasını şiddetle tavsiye ederim.

1749-1832 yılları arasında yaşamış olan ünlü Alman ozanı, oyun yazarı Johann Wolfgang von Goethe'nin Faust adlı şiirsel oyunu dünya klasikleri arasında önemli bir yer tutar. Faust, Goethe'nin butün eserlerinin bir birleşimi olarak kabul edilir. Yazar, bu romanı çok genç yaşta yazmış, daha sonra olgunlaştığı zaman yeniden ele alarak son şeklini vermiştir. Goethe'nin kendi iç dünyasından ve yaşamından izler taşıyan roman, aslında manzum biçimde bir tiyatrodur. İnsanı simgeleyen Faust'la şeytanın savaşı anlatmaktadır.

Hikayenin kahramanı Santiago, papazlık okuluna giden, boş zamanlarında koyun otlatan bir çocuktur. 16 yaşına geldiğinde aslında bir papaz olmak istemediğini anlar. Babasına okuldan ayrılmak ve bir gezginci olmak istediğini söyler. Babası da ona içerisinde üç adet altın bulunan bir kese vererek yollar. Santiago babasının verdiği paranın bir kısmıyla kendine bir koyun sürüsü alır ve dağ taş demeden gezmeye başlar. Bir süre sonra bir rüya görür; rüyasında Mısır Piramitleri’ne gitmesi ve orada bir hazine bulacağı söylenir. Santiago bu rüyasını bir falcıya anlatır, falcı ondan hazinenin onda birini isteyince rüyalara inanmaması gerektiğini düşünür ve Mısır’a gitmekten vazgeçer. Sonra yaşlı bir adamla karşılaşır ve ona da planlarından bahseder. Falcı kadın ve bu yaşlı adamdan aldığı işaretler doğrultusunda sürüsünü satarak Mısır’a doğru yola koyulur. Santiago’nun maceralarını okuduğumuz Simyacı bir nasihatname tarzında aslında. Ana fikri ise mutluluğun uzaklarda değil yanı başımızda olduğu. Mutluluğu ararken gösterdiğimiz çaba, emek ve mücadele ise hayatın tadına varmamızı sağlayacak şeyler.

Küçük Prens’in maceralarına tanık olduğumuz kitap 27 bölümden oluşuyor. Kitabın yazarının uçağı bozulunca, aniden Sahra Çölü’ne inmek zorunda kalır. Burada Küçük Prens’le tanışır. Küçük Prens önce kendi ülkesini ve yaşadığı toprakları anlatmaya başlar. Gezegeninde çok sevdiği bir gülü vardır ve ona daha iyi bakabilmenin yollarını aramak için, diğer gezegenlerde bir gezintiye çıkar. Her gittiği yerde farklı insan ve hayvanlarla karşılaşır. Felsefi yönü de yüksek olan kitapta küçük bir çocuğun gözünden dünyaya bakıyoruz. Küçük dostumuz bizlere; sevgi, saygı, dostluk, değer verme gibi insani duyguların önemini hatırlatıyor.

Romanın kahramanları George ve Lennie adında iki dosttur. George Milton oldukça zeki, ufak tefek biridir. Lennie Small ise tam tersi, akli dengesi tam olarak yerinde olmayan, güçlü, iri yarı bir adamdır. Bu iki isim büyük bunalımın olduğu dönemde geçimlerini sağlamak için gerekli olan işi ararlar ve bunun için de çiftlik çiftlik dolaşırlar. Uzun arayış sonunda Kaliforniya’daki bir çiftlikte iş bulurlar. Planları; paralarını biriktirip bir parça toprak almak ve temelli orada yaşamaktır. Bu hayallerini gerçekleştirmek için gerekli olan parayı yavaş yavaş biriktirmeye başlarlar. Ancak, Lennie’nin yumuşak şeyleri okşama takıntısı hayallerinin gerçekleşmesine engel olur. Lennie çiftlik sahibinin karısının saçlarını okşarken yanlışlıkla öldürür. Lennie’nin peşine çiftlik sahibi ve adamları düşer. George arkadaşının vahşice öldürülmesine katlanamayacağından, onu diğerlerinden önce bulur. Önce hayallerini ve çok sevdiği tavşanları anlatarak sakinleştirir, sonrasında ise başına dayadığı silahı ateşleyerek öldürür.

Daha önce boks antrenörlüğü, hamallık, garsonluk gibi görevlerde çalışmış birinin, sonradan yazarlığa soyunması ve böyle bir kitap yazması gerçekten mucize gibi. İnsanın istedikten sonra her şeyi başarabileceğinin de ispatı! Romanın kahramanı yoksul bir çocuk olan Zeze’dir. Birbirine zıt birçok özelliğe aynı anda sahip olan Zeze; çok yaramaz, zeki, yaratıcı, çalışkan ve duygusal bir çocuktur. Öğretmeni mutlu olsun diye ona her gün çiçek götürür, öte yandan yaramazlıklarıyla mahalledeki insanlara dünyayı dar eder. Günün birinde ailesi başka bir mahalleye taşınma kararı alır. Bu duruma çok üzülen Zeze yeni evinin bahçesindeki bir portakal ağacıyla dost olur. Zeze, gün boyunca yaptığı yaramazlıkları, yediği dayakları ve daha birçok şeyi bu ağaçla paylaşır. Zeze’nin duygusal yolculuğunu büyük-küçük herkesin okuması gerektiğine inanıyorum.

Romanın kahramanı Holden ergenlik döneminin sıkıntılarını yaşayan, birkaç kez okuldan atılan ve yaşadığı olayları argo sözcüklerle hatta küfür ederek anlatan bir karakterdir. 17 yaşında olan Holden herkesten nefret eder, insanları iki yüzlü ve samimiyetsiz bulur. Okuldan atıldıktan sonra geçirdiği üç günü kendi ağzından anlatır. Yazarın bu tercihi okuyucuların kitabı daha sempatik bulmasını sağlamıştır. Holden’in iç dünyasına indiğimiz ve kendini topluma ayak uydurma çabasına tanık olduğumuz kitap ergen kitabı olarak nitelendirilse de, aslında büyüklerin de muhakkak okuması gereken eserler arasında yer alıyor.
OGÜNhaber